Latest News
Custom Search

Türkiye'de Rock

Türkiye denilince aklımıza -Halk oyunları,Türküler,İlahiler,Arabesk Müzik- gibi şeyler geliyor yani müzik anlamında. Bu da demektir ki Rock müziğin bizim ülkemize girişi daha yeni yeni ve insanlar bunu kabullenmeye yeni başlıyor. Genelde Rock müzik pek sevilmezdi ama şimdiler de gençlerin 1 numaralı müzik kaynağı oldu.
Ülkemizde bu işi çok üst düzeyde yapan birkaç kişi biliyorum ve gerçekten sağlam yapıyorlar. Peki bunlar kim ?
1. Hayko Cepkin
2. Pentegram
3.Şebnem Ferah
4.Kurban
5.Oğün Sanlısoy
Diğer gruplar veya şarkıcılar kötü demiyorum fakat bu yazdıklarım ' Hard' ise diğerleri 'Medium' olur. Saydıklarım gerek yaptıkları müzik ile gerekse yaşam stilleri ile kendilerini güncel tutmaktadırlar ve bu işe gerçekten emek veren insanlardır.
Hayko Cepkin'i kısaca tanıyalım : 
Özel Getronagan Ermeni Lisesi'ni bitirdikten iki sene sonra Mimar Sinan Üniversitesi'nde şan, solfej ve piyano dersleri aldı. Çeşitli yerlerde de piyano ve armoni dersleri gördükten sonra da 1997 yılında profesyonel müzik kariyerine başladı. İlk albümü Sakin Olmam Lazım ile iyi bir çıkış yapan Hayko ikinci albümü Tanışma Bitti ile de hayran kitlesini arttırdı. 3. albümü Sandık ile daha geniş alanlara yayıldı.
İlk albümü olan "Sakin Olmam Lazım"'ı albümleri arasında saymayan Hayko Cepkin, demo olarak nitelendirdiği albümünün konusunu kendi ile alakalı olarak açıklıyor. İkinci albümü Tanışma Bitti daha profesyonel bir yapıya sahip. Hayko Cepkin Tanışma Bitti'nin konusunu "korku" olarak belirledi ve insanların korkuları ile yüzleşmeleri gerektiğini işledi. Üçüncü albümü Sandık'ın konusu ise "ölüm," yani kaçınılmaz gerçek. Hayko Cepkin'in son albümü ise 'Aşk' konulu 13 Kasım 2012 çıkışlı "Aşkın Izdırabını..." albümüdür.
Pentegram'ı kısaca tanıyalım :
Pentagram, Yunancada beş çizgili anlamına gelen pentagrammon kelimesinden türemiştir. Birleşik beş köşeli yıldız demektir. Normal beş köşeli yıldızlardan farklı olarak çizgileri içeriden birleşikdir.
Pentagram genellikle Hristiyanlar tarafından satanizmle özdeştirilmiş olsa da iyi ya da kötü ile ilişkili kabul edilmez. Evrensel olarak birlik ve sonsuzluk anlamına gelir. Yukarı işaret vaziyette ise ruh toprağın üzerinde cosmos içerisinde "manevi dünyayı" işaret eder, diğer kaynaklarda ise, Beş Element, ayrıca Feng Şui Ruh (Akasha-Ether), Ateş, Hava, Su ve Topraktır. Ateş İradeyi, Hava Zekayı, Su Duyguları, Toprak ta madde alemini sembolize eder. Ayrıca Cadılar tarafından oldukça kutsal olan bu sembol 5 elementin birleşimini ve uyumunu göstermektedir.
Feminen bir semboldür, Venüs Gezegeni'yle ve Venüs Tanrıçasıyla ilişkili görülmüştür. Davut'un 6 Köşeli Yıldızıyla çokça karıştırılabilmektedir. Birçok toplumca şans getirdiğine inanılır.
Şebnem Ferah' ı kısaca tanıyalım :
Şebnem Ferah'ın müzik hayatı daha sonra okul orkestraları ve küçük topluluklarla devam etmiştir. Lise yıllarında "Pegasus" adlı grubuyla beraber çalışan ama kafasında bir kız grubu hayali olan Ferah, 80'lerin ortasında Bursa'da açılan bir stüdyo sayesinde Sedat Yıldırım Sarıca ile tanışmış ve bu hayalini 1988 yılında kurduğu "Volvox" grubuyla gerçekleştirmiştir. Müzik ile daha yoğun ilgilenebilmek için ODTÜ Ekonomi Bölümü'nü 2. sınıftan terk etmiş ve daha sonra İstanbul'a gelince İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kaydolmuştur.
1994 yılında Volvox grubunun dağılması sonucu Şebnem Ferah bireysel çalışmalarına başlamıştır. Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun karşılaşmasıyla müzik yaşamında yeni bir sayfa açılmıştır. 3 oktavlık bir ses aralığına sahiptir.
Kurban' ı kısaca tanıyalım :
Kurban 1995 yılında Outside adı ile kuruldu. Bu isim altında İngilizce şarkılar çaldılar. 1997 yılında grubun ismini Kurban olarak değiştirdiler ve aynı yıl, 1997 yılında katılıp başarı kazanamadıkları Roxy Müzik Yarışması'na katılarak 3.oldular. 1999 yılının Ocak ayında ilk albümleri olan Kurban'ı piyasaya sürdüler. 1999 yılında Metallica'nın Ali Sami Yen Stadı'nda verdikleri konserde alt grup olarak konser verdiler. Ardından gitaristleri Umut Gökçen'in Amerika'ya yerleşmesi ile Özgür Kankaynar ile yola devam kararı aldılar.2004’de Sert ve 2005’de İnsanlar albümleri ile müzik hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler. Rockİstanbul 2005'te Megadeth'in alt grubu olarak konser verdiler. Grup Haziran 2005 tarihinde dağıldığını açıkladı. Deniz Yılmaz Panik isimli gruba, davulcu Burak GürpınarAthena'ya, grubun basçısı Kerem Tüzün Demir Demirkan'la, gitaristleri Özgür Kankaynar ise Fransa’da So Loud ve birçok grupla sahne almaya başladı. Grubun bir akustik albüm projesi vardı, fakat dağılmaları sonucu bunu gerçekleştiremediler.
Ogün Sanlısoy' u kısaca tanıyalım : 
Ogün Sanlısoy, 1971 yılında Gölcük'te doğdu. Babasının görevi dolayısıyla pek çok farklı bölge ve şehirde geçen ilkokul yıllarından sonra Fenerbahçe Lisesi'nde ortaokul ve liseyi okudu. 1988 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümüne girdi ve mezun oldu.
1989 yılında yakın arkadaşı Kubilay Özvardar ile birlikte hazırladığı akustik dinleti onun ilk sahne deneyimiydi. Bu yıllarda Sugar Mice grubuyla çalışmaya başladı ve ilk demo kaydını gerçekleştirdi. Daha sonra çeşitli amatör gruplarda solist olarak çalıştı.
1992 yılında Pentagram'a katıldı ve aynı yıl çıkan Trail Blazer albümünde vokaliyle yeraldı. Türkiye'de ve yurtdışında Pentagram'la pek çok konser gerçekleştirdi. 1993 ve 1994 yıllarında Hıbır ve Rock dergilerinin okuyucuları tarafından Yılın En İyi Erkek Rock Şarkıcısı Solisti seçildi.
Evet yukarıda belirttiğim sanatçıları tanıma kısmını biraz araştırıp alıntı yaptım fakat tam ve güncel bilgi vermem için bu gerekliydi. Okuyan ve dinleyenler bu insanları yanlış tanımamalı ve hepsi de bu işe gönül vermiş ' Türkiye ' için birşeyler üretmiş kişilerdir. Lütfen ön yargılı olmayalım ve yaptıkları işe saygı duyalım.

Muzik Arama ve Dinleme Platformu


HemsuT.NeT Müzik Dinleme Platformumuz açıldı... Artık dilediğiniz her parçayı kolaylıkla bulup dinleyebileceksiniz...

İster şarkı adı, ister sanatçı adını yada ister tür adı yazın, sistemimiz istediğiniz her müziği internet ortamından çekerek listeleyecektir...


Radio/Chat

Hoş Geldiniz..
*Radyomuzu çalıştırabilmeniz için internet tarayıcınızın flatcast online radyo dinleme eklentisinin yüklü olması gerekmektedir. Aşağıdan bu eklentiyi edinebilirsiniz...


DUYURU: Radyomuz henüz 24 saat aktif değildir.
Bu radyoda DJ'lik yapmak isteyenler; şartlar için lütfen mail adreslerini de belirterek yorum yazsınlar...

Radyo yayını sırasında chat hizmeti de verilebilmektedir. Yayına dinleyici olarak bağlanmak istediğiniz saatleri size göre en uygununu lütfen yan taraftaki anketimizden işaretleyiniz... Birden fazla seçenek işaretleyebilirsiniz... Ancak bize yardımcı olmak amacıyla en fazla 3 seçenek işaretleyiniz.


Meditasyon Müziği İndir

Meditasyon müziklerini zahmetsizce indirebilirsiniz. Aşağıda şimdilik ihtiyacı görecek miktarda meditasyon müziklerinin indirme linklerini yayınlıyoruz.

Devamını isterseniz, daha fazlasını yayınlamamız için lütfen yorum yazınız...

Aşağıdaki müziklerin dilediğinizin ismine tıkladığınızda açılan sayfadaki Download tuşuna basın, otomatik olarak birkaç saniyede müzik bilgisayarınıza inecektir. Direkt link olduğu için hızlı indirme programları kullanmanızda bir sakınca yoktur. Bu hizmetimizden tek kazancımız sitemizdeki google reklamlarına yaptığınız tıklamalardır...



İşte İndirme Linkleri:

14. MARTILAR

MELEK SENFONİSİ

ORMAN MOTİVASYON (yeni başlayanlar için yönlendirmeli)

PIANO RELAXING

DOLPHINS

7 CHAKRA MEDITATION

SAHASRARA

THE MOST RELAXING

DEEP MEDITATION

SPIRIT OF THE SOUND

REIKI MUSIC




Meditasyon, Latince meditatio kelimesinden türetilmiş, sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde “derin düşünme” anlamına gelmekte bir terim olup, mistik anlamıyla, sözlüklerde, “kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimlerine verilen ad” olarak tanımlanır. meditasyon tekniklerine, ait oldukları, Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin), Bön (Tibet) ve Zen (Japonya) gibi inanç sistemlerine göre ve izledikleri yöntemlere göre değişik adlar verilmiştir. Ayrıca günümüzde mevcut farklı inanç sistemleri, mezhepler ve ekoller meditasyonu farklı olarak yorumlamakta ve farklı şekillerde uygulamaktadırlar. Bu bakımdan standart ya da tekbiçimli bir meditasyondan söz etmek olanaksızdır.

Temel yöntemler
Bununla birlikte, en genel anlamda ele alınırsa, başlıca iki çeşit meditasyon yöntemi vardır:

Konsantrasyon yöntemi: Dikkatin tek bir noktada toplanmasına dayanır. Zihnin konsantre olduğu bu nokta, soyut bir düşünce, bir mandala, bir yantra (bir geometrik biçim), bir koan ( bilmecemsi Zen soruları), bir mantra (bir ses, sözcük, cümle veya şarkı), bir mum alevi, solunum kontrolü veya bir başka şey olabilir. Konsantre olunan şey hangi Düşünce ya da hangi konuysa, dış uyaranlardan etkilenmemeyi becererek ve zihne girmeye çalışan konu-dışı fikirleri geri göndererek o konu üzerinde derin ve ayrıntılı bir biçimde ve zorlanmadan düşünmek söz konusudur. Bununla birlikte konuyla ilgili bilinmesi gerekli noktalar varsa, bunların zihinde biçimlenmesine izin verilir. Bu şekilde, tek konudan ilham alınarak yeni şeyler öğrenilebilir. düşünce kendi konusunun dışına kaçmak eğilimini gösterir göstermez, derhal müdahale edilerek, sükunetle, ilk konuya yeniden dönülür. Esas olan, konuyla ilgili yeni sezgileri alabilmektir, henüz bilinmeyen Hakikat ve kavramların zihin alanında yer bulabilmelerini sağlamaktır.

Meditasyon sırasında gözlerin kapalı bulunmasının daha iyi sonuç verdiği bilinmektedir. Bir ses, bir sözcük, bir cümle veya bir şarkı biçimindeki mantraların tekrarının, özellikle meditasyonun sürekliliğini sağlayan monoton bir uyaran olması bakımından yararı bulunmaktadır. Ayrıca, kimilerine göre, bazı mantralar ses titreşimleri yoluyla yaratılan birtakım tesirlerle de meditasyoncuya yararlı olmaktadırlar. Mantralar dinlere göre ve bir üstadın öğrencisi hakkındaki kişisel belirlemelerine göre değişirler. Meditasyoncu, düşünürken aklına başka şeyler gelirse, sükunetle mantrasını tekrar eder ve ana konuya geri döner. Kısaca, meditasyonda mantra bir anahtar gibi kullanılır.

“ Bilinç ayrışması” olarak adlandırılan ikinci yöntem ise, ne olup bittiğini tarafsız bir gözlemle izleme yöntemi olarak açıklanabilir. Bu yöntemin en tanınmış şekli Zen’deki zazen uygulamasıdır. Bu ikinci yöntemin Uzakdoğu’da kullanılan bir başka biçimi de şöyle açıklanır: Önceden kararlaştırılmış, konsantre olunacak herhangi bir konu yoktur, zihnin düşüncesiz kalması, boş tutulması gerekir. Meditasyon ilerledikçe zihni boş tutabilme süresi de uzar. Bu boşluk sırasında zihne ilham gelmesi söz konu su olur. Zihne gelen tesir bazen ruhsal tekâmül düzeyi yüksek varlıklardan gelir. Zihnin sükunetle boş bırakılmasının amacı içte sezgisel olarak belirebilecek bu tesirlere yer ayırmaktır. Bu tür sezgiler insana diğer zamanlarda da gelmekle birlikte, meditasyon halinde daha kolay, daha açık, daha güçlü ve daha özgün halde gelirler.

Meditasyon’un Doğulu ve Batılı tarafından yorumlanma farkı

Meditasyon günümüzde aşağı yukarı her ülkede uygulanmaktaysa da kökeni ve en yaygın uygulandığı yer Doğu’dur. Doğu’da özellikle mistisizm bünyesinde yer alan meditasyona bazıları mistik meditasyon adını verir. Doğu’daki mistik meditasyon genellikle inziv Aya çekilmenin, çileciliğin, sıkı perhiz gibi sert disiplin uygulamalarının bulunduğu ortamlarda söz konusu olmakta ve uzun süren periyotlar halinde yapılmaktayken, Batı’da meditasyon genellikle günlük yaşamın bir parçası olarak ele alınmakta ve günde bir ya da iki kez, yaklaşık yarımşar saatlik süreyle yapılmaktadır. Batılılar, meditasyonu genellikle şifa, streslerden kurtulma, rahatlama, yaratıcılık, başarı, psişik güçlerini geliştirme, ilişki, kendine güven duyma gibi amaçlarla yaparlar. Meditasyonun Batı’daki yaygın biçimi Hinduizm ve Budizm kökenli tekniklerden türetilmiş olup Batı’da 1960′lardan itibaren popülerlik kazanmıştır.

Dinsel sistemlerde meditasyon

Budist meditasyon üçlü bir eğitim sistemi içermektedir: Bu üç aşama arınma (sila), konsantrasyon (samadhi) ve idrak etme (punna) olarak adlandırılır. Öğrenci, işe arınmayla başlar; sıkı bir çileci disiplini izler ve ardından, duyumsal algılarının az çok farkında olmasına rağmen, dış uyaranların düşüncesini etkilemesine izin vermeme becerisini öğrenir. Bu beceriyi kazanabilmiş olm aya “ zihinsel olgunluk” (sati) denir.

Taoist meditasyonda solunum kontrolüne daha çok ö Nem verilir ve meditasyon birtakım aşamalara erişebilme ustalığı olarak kabul edilir. En ileri aşama, soluk alıp vermenin söz konusu olmadığı, “cenin solunumu” diye adlandırılan aşamadır. Nabzın durduğu bu noktada meditasyoncu Taoist meditasyonun en aydınlık biçimi ve son hedefi olduğu belirtilen “Büyük Sükunet” haliyle şuuru “aşar”.

Tibet’in spiritüel eğitim yolunda, meditasyon, algılayarak bilgi edinme (okuma, çalışma ve okunanları dinleme), kontamplasyon ve meditasyon biçiminde üç adımlı bir sistemin üçüncü adımıdır. Öğrenci çaba harcayarak bilgi edindikten sonra, öğrendikleri hakkında kontamplasyon yapar ve bunlardan çıkardığı özetleri şuuruna aktarır. Bir başka deyişle, önce çaba harcayarak Bilgiyi öğrenme, sonra kontamplasyon yoluyla bilgiyi gözlemleme ve inceleme ve nihayet bunları yüksek şuurda özümleme şeklinde üç aşamalı bir spiritüel öğrenim söz konusudur.

Zen meditasyonunda amaç, kişinin, ruhsal deneyimlerle, öz varlığına ve yüksek şuuruna erişmesidir. Konsantrasyon objesi, iki temel zen sisteminden birinde, koan denilen, yanıtı aranan, şiir biçimindeki bilmecelerdir.

Meditasyon uygulamalarına çeşitli biçimler altında, Sufilik ve Musevilik’te de rastlanır.

Hintli mistik Osho meditasyona çok büyük bir katkı yaparak dinamik meditasyon tekniklerini oluşturmuştur. Modern insanın yaşadığı dinamik ve çok boyutlu hayat ve onun ritmi meditasyonun geleneksel yöntemleriyle günümüz insanı tarafından uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle Osho Batının terapi yöntemlerinden esinlenerek ve onları meditasyona entegre ederek meditayson tekniğine Buda’dan beri en büyük katkıyı yapmıştır.

“Transandantal Meditasyon” (TM) denilen Sistem ise, Hintli Maharishi Mahesh Yogi tarafından geliştirilmiş, kişisel mantra’ların kullanıldığı bir meditasyon sistemi olup, 1960′lı ve 70′li yıllarda Batı’da geniş bir izleyici kitlesi edinmiştir.

Yoga’da Meditasyon

Bangalore’da Hindu Tanrısı Şiva’yı meditasyon halinde gösteren dev heykel

Meditasyon düşüncesiz farkındalık konumudur. O konumdayken dikkatinizi geçmişe ya da geleceğe, yani gerçekten uzağa götürecek hiçbir düşünce yoktur. Kişi düşünmediğinde dikkati sadece şu anı deneyimler. Şu an tek gerçektir çünkü orada ne bitmiş olan geçmiş vardır ne de gelecek. Fakat meditasyon Uyku ya da trans konumu değildir çünkü meditasyon’da kişi kendi yaşadığı deneyimlerin tamamen farkındadır. Ve o saf farkındalık konumunda kişi içindeki sonsuz huzur, neşe ve sevgi kaynağı olan ruhunu hissetmeye başlar. Meditasyon konumunda kişinin dikkati sürekli yedinci çakranın — Sahasrara’nın — yer aldığı başın üstündedir. yoga burada gerçekleşir. Yani kişinin Kundalinisinin her yanı saran Kosmos’un gücüyle birleşmesi. Bu da başın üstünde serin bir esinti olarak hissedilebilir. Hafiflik ve Barış konumunu hissetmeye başladığınızda sadece gözlerinizi kapatın ve düşüncelerinizi seyredin. Düşüncelerinizi kontrol etmeye ya da onları durdurmaya çalışmayın. Kundalininiz yükseldiğinde ve alnınızın hizasındaki altıncı chakradan geçtiğinde düşünceleriniz kendiliğinden duracak ve siz kolayca düşüncesiz farkındalık konumuna, yani meditasyon konumuna gireceksiniz. Fakat bu sadece Kundalininiz uyandıktan, yani aydınlanmanızı aldıktan sonra mümkün olur.

Meditasyon, yoganın temel taşlarından biridir. Yoga ile ulaşılacak, evrenle birleşip bütünleşme haline meditasyon uygulaması olmadan gelmek mümkün değildir. Bu meditatif hal aslında pek çok dinin pratikleri içinde yerini bulmuş bir uygulamadır. Örneğin, islam Sufizminde benzer uygulamalara sıklıkla rastlanmaktadır ki, en bilinen örnek “sema” meditatif hal sağlanmadan uygulamada devamlılığın kolay kolay gerçekleşmeyeceği bir çalışmadır. Yogada uygulanan mantraları, yani kutsal sözleri tekrarlayarak gerçekleştirilen meditasyonun sufizmdeki karşılığı “zikir”dir. Uygulamada Solunuma ya da sema veya duaya odaklanma gibi farklılıklar olsa da, meditatif hale geçildiğinde karşılaşılan fizyolojik değişimler aynıdır. Bunu yanında her iki meditasyon esnasında da kişilerin neşeli, güçlü duygular, zamansızlık hissi, farkındalıkta artış, zihinsel dinçlik, iyi olma hissi ve genel gevşeme hisset tiklerini ifade ettikleri görülmektedir.

Meditasyon, uygulayıcısı tarafından kendi kendine ve kendi içsel varoluşunda keşfedilecek nihai nokt ayı hedefler. Bu ise konsantrasyonun (dhrana) ötesinde bir haldir (dhyana) ve konsantrasyonun devamlılığı sonucunda oluşan düşüncesiz kalma ile başlar. Dolayısıyla bu kendine kendine ulaşılması gereken hal için şüphesiz çok çeşitli yöntem ve teknikler gelişmiştir. Bunlardan sık rastlanılanları belli bir objeye konsantre olunarak, solunma konsantre olunarak, belli bir mantranın(kutsal sözün) tekrarı ile, düzenli ses, müzik ya da tınıların dinlenmesi ile vb.. şekilde gerçekleştirilen meditasyonlardır.

“Işığı Toplama”, C.G.Jung ve Richard Wilhelm’in yazdığı “ altın Çiçeğin Gizi” kitabındaki Taoist meditasyon uygulaması

Taoizmde Meditasyon
Taoist meditasyon uygulaması Çi’nin beden kanallarında dolaştırılmasını içerir. Küçük Döngü meditasyonu veya Işığın Döndürülmesi meditasyonunda nefes ile çi’nin bedenin arka ve ön yüzlerinde döndürülmesi amaçlanır.

Budizm’de Meditasyon
Farklı kutsal figürlerin toplandığı bir Tibet Budist Mandala

Tibet Budizminde Meditasyon: Tibet Budizminin genel pratiklerinde olduğu gibi meditasyon uygulamalarında da Tanrı, Tanrıça gibi kutsal imgeler ve mantra denilen kutsal kelime ve ifadeler kullanılır. Örneğin Tanrıça Arya Tara üzerine yapılan meditasyonda Arya Tara’nın görüntüsü hayal edilir. Mantra tekrarlarıyla birlikte Tara’nın sağ elinin yaptığı mudrada baş ve işaret parmaklarının oluşturduğu daire üzerine yoğunlaşılır ve bu noktadan kutsal bir ışık hüzmesinin çıktığı hayal edilir. Arya Tara’nın tebessüm ettiği ve daha sonra tam bir ışık olup kişinin bedeninin içine çekilip yok olduğu hayal edilir. Tibet Budizminde kişi Guru’su üzerine de meditasyon yapmaktadır. Bu tip bir meditasyon örneklerinden birinde kişinin başının üzerinde farklı renklerde lotüs çiçeği ve üzerinde manevi rehberini vajra pozisyonunda oturur şekilde hayal etmesi istenir. Gurusuna çeşitli yakarılar sunan kişi gurusunun başının tepesinden beyaz bir ışık hüzmesinin çıktığını ve kendi başının tepe noktasından girerek kendisini tüm fiziksel olumsuzluklardan arındırdığını hayal eder. Daha sonra gurunun boğazından çıkan kırmızı ışığın kendisine geldiğini ve sözlerindeki olumsuzluklardan arındırdığını, kalbinden çıkan mavi ışığın kendi kalbine girerek tüm zihinsel engellerden arındırdığını ve en son gurunun bedenin her noktasından çıkan çeşitli renklerdeki ışıkların kendi bedenine girerek bedenini, sözünü, zihnini arındırdığını hayal eder.

Kabbalada Meditasyon
Kabbalada Tanrı’nın isimleri, sıfatları, simgeleri, Tevrattan ifadeler, ibranice harfler, bilgelik ağacı, kullanılarak meditasyon yapılır. Örneğin Kabalacı birlik anlamına gelen Echad kelimesini uzatarak söyler ve özellikle son harfi vurgulayarak düşüncesini onun üzerine yoğunlaştırır.

Tasavvufta Meditasyon

Mevlevilerin Sema ritüeli
Tasavvufta meditasyon çeşitli şekillerde gerçekleştirilir. Bazı tarikatlarda meditasyon, mürşit denilen manevi rehberin fiziksel görüntüsü ve ondaki ilahi ışığı imajine etmekle bazı tarikatlarda zikir esnasında zikirde kullanılan Kelimelerin ışıklı bir şekilde hayal edilmesiyle, bazı tarikatlarda murakabe adı altında kalp üzerine dikkati yoğunlaştırmakla gerçekleştirilir. Tasavvuf öğretisine göre zikir, sema, murakabe, rabıta ile yapılan Tefekkür pratikleri manevi kılavuzun (mürşit) rehberliği altında ve seyr-i süluk denilen sufi ezoterik yoluna inisiye olan salik tarafından gerçekleştirilmelidir. Belirli pratikler için halvet denilen yalnızlığa çekilmek, öncesinde veya pratik esnasında oruçlu olmak vs. gibi şartlar aranabilmekte, pratikler esnasında karşılaşılan durumlar için kılavuza danışılması ve onun önerilerine uygun olarak çalışmanın devam ettirilmesi istenebilmektedir.
Bkn. Râbıta (tasavvuf) ve Murakabe

Meditasyonun faydaları
Meditasyonun pozitif etkileri hakkında yazmadan önce, aslında en büyük pozitif etkinin meditasyonun kendisi olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu da, kişinin meditasyonda hissettiği neşe konumu o kadar derin ve tatimin edicidir ki, kişi herhangi bir başka etkiye bakmaz, kişi sadece kendi iyiliği için meditasyon yapar. Ancak, aynı zamanda, meditasyonun yaşamımızın her alanında pozitif bir etkisi vardır. Nedeni, meditasyon yapan bir kişinin sübtil sistemi (Çakraları ve enerji kanalları) temizlenir ve dengeye gelir ve böylece bütün yaşam dengeye gelir ve mutluluk ve huzurla dolar. Meditasyonun en basit etkisi, sağlığın düzelmesidir. Ancak burada, meditasyonun bir tedavi tekniği olmadığını ya da alternatif tıp olmadığını vurgulamak önemlidir. Her şey çok basittir: sağlıklı olmak için, kişi sağlıklı bir yaşam sürmelidir. Ancak, “sağlıklı yaşam” sadece uygun fiziksel koşullar demek değildir, daha derin anlamda çakraları temiz tutmaya yardım eden bir yaşam şeklidir. Ve meditasyonun yaptığı kesinlikle budur. Çakralar bir kez temiz olduğu zaman, baktıkları kontrol ettikleri organlara yeterli enerjiyi sağlarlar. Ve böylece, organlar sağlıklı hale gelir ve fiziksel rahatsızlıklar kaybolur. Tedavi edilemez diye düşünülen Hastalıkların sadece birkaç Ay içinde tedavi edilmesine sıkça rastlanır. Aslında, bunda mucizevi bir şey yoktur: meditasyon ve iç Gözlem (bunlar Sahaja Yoga’nın iki temel yaklaşımıdır) yoluyla kendimizi düzeltirken, açgözlülük, ihtiras, öfke, vb. gibi düşmalarımızdan da kurtuluruz. Çakraların dilinde, bu, çakralarımızın temizlendiği anlamına gelir. ve, sonuç olarak, kişi fiziksel, akılsal ve duygusal olarakta sağlıklı hale gelir.

Meditasyonun diğer bir pozitif etkiside, günlük hayatımıza getirdiği dengedir. O Denge sonucu, kişi ne iş yaparsa yapsın, onu daha iyi yapar ve daha çaba harcar. Böylece, kişi işte daha başarılı olur. Ve bu başarı çok sıkı ya da çok fazla çalışarak değil ancak işi daha iyi yaparak kazanılır. Düzenli olarak meditasyon yapan kişi, işinden neşe duyar ve bu, kendinizi tüketmeden başarılı olursunuz. Benzer şekilde, ailemiz ve sosyal ilişkilerimizde gelişir çünkü meditasyon yapan bir kişi diğerlerinde hatalar bulmak yerine kendine bakma davranışını kazanır. Dahada fazlası, böyle bir kişi, diğerlerine karşı daha pozitif bir davranış içinde olur ve onlarla tartışmak yerine insanlara yardım eder.

Meditasyon bütün çakraların açılmasına ve temizlenmesine yardım ettikçe, onların esas kaliteleri kendilerini göstermeye başlarlar. Böylece, kişi, masum, yaratıcı, cömert, korkusuz, sevgi dolu ve affedici hale gelir. Biz hepimiz bu kalitelere sahip olmamız gerektiğini biliyoruz ancak onlar vaaz vermekle ya da kitaplar okuyarak geliştirilemezler. Çakraların temizlenmesi kendi içimizde yer alması gereken gerçek bir süreçtir. Ve, meditasyon sırasında olanda kesinlikle budur. Bu çalışma, kişi meditasyon yaparken yedinci çakraya-Sahasrara’ya yükselen Kundalini enerjisi tarafından yapılır. Sadece Kundalini yükselip altıncı çakrayı-Agnya’yı geçerken, kişi düşüncelerin üzerinde meditasyon demek olan düşüncesiz farkındalık konumunun içindedir.

Meditasyon üzerine araştırmalar
Meditasyonun hem zihinsel bir aktivite hem de bu aktivitenin ardından ulaşılan bir “ bilinç hali” olduğu 1970’lerde yapılan çalışmalarda ortaya koyulmuştur. Yapılan çalışmalarda meditasyon yapanlarda tıpta mevcut olan uyku, uyanıklık ve rüya bilinç düzeylerinden farklı bir dördüncü bilinç düzeyi gözlenmiştir.

Yapılan bir başka araştırma da ise meditasyonun beyin dalgaları üzerinde etkileri araştırılmıştır. Buna göre denekler üç grupta toplanmış, ilk grubu meditasyon yaparak kutsal kitaplarda ifade edilen kriterleri sahip olanlar, ikinci grubu meditasyon yaparak kendi bilinçlerinde gelişme gözleyenler ve üçüncü grubu ise hayatlarında meditasyonu hiç denemeyen denekler oluşturmuştur. Meditasyon esnasında beyin dalgaları ölçülen deneklerden elde edilen sonuçlar göstermiştir ki bilinçte rahatlamış/medite olmuş düzeye erişen her denekte beyinlerinin ön loblarında (frontal lobe) alfa dalgalarının yükseldiği gözlenmiştir.

Budist rahipler üzerinde yapılan bir çalışmadaki bulgular, düzenli meditasyon yapan bu rahiplerin dikkat, hafıza, öğrenme ve bilinç algısı gibi zihinsel süreçlerin dahil olduğu “gama dalgası” aktivitelerinde daha gelişmiş olduklarını göstermiştir.

Meditasyon Duruş Şekilleri

NASIL MEDİTASYON YAPMALI?


Meditasyondan yararlanmak için altı temel koşul vardır:
1- Meditasyon yapabileceginiz, ses, hareket, ışık, insanlar gibi dikkatinizi dağıtabilecek şeylerden yeteri kadar uzak bir yer.
2- Fiziksel ve zihinsel rahatlık. Ufak rahatsizlıklar meditasyonun kalitesini bozacak gücte olmayabilir.
3- Dengeli, dik ve rahat bir oturma şekli.
4- Sessiz, yavaş, yumuşak ve düzenli bir solunum.
5- Dikkatin üstüne toplanacağı bir meditasyon objesi ve uyarıcısı. Bunun yirmi dakika
kadar var olmasi yeterli­dir.
6- Dengeli farkında oluş.


DURUŞ ŞEKİLLERİ


MISIRLI DURUŞU
Bu duruş, arkası dik bir sandalyede oturmak şeklindedir. Kalçalarınızı sağa sola, öne arkaya hareket ettirerek ağırlığın toplandığı denge noktanızı bulup sandalyeye sıkıca bastırarak oturun. Yeni başlayanlar, parmaklarını kalçalarının altına koyarak, oturma ile ilgili kemiklerin maksimum baskı yaptığı bu noktayı bulabilirler. Sonra parmaklar çekilerek, sol elin arkası sağ elin ayasında olarak kavuşturulup, başparmaklar birleştirilerek kucağa yada sol elin ayası sol, sağ elin ayası sağ üst bacağa yerleştirilir.Ellerin anlatıldığı şekilde kavuşturulmasına Budist pozisyonu denir. Sol eli sağ el üstüne koymaktaki amaç, daha aktif olan sağ örmenin verdiği emniyet duygusudur. Sırtınızı kasmadan dik tutarak oturun. Başınız omuzlarınınz aynı çizgide olmalıdır ve çeneniz boynunuzun önyüzü ile dik açı oluşturmalıdır. Bu öneriler bütün oturma durumları için geçerlidir Bu pozisyonda solunum, doğal olarak karından yapılır. İnsanı içsel bir farkındalığa götüren seziş ve denge hali ortaya çıkar.




KOLAY DURUŞ
Ayak bileklerini çaprazlayıp, izleri zorlamadan yere yaklaştırarak bağdaş kurup oturmak, oturma şekillerinin en kolayıdır. Sırtın ve başın tutulmuş şekli Mısır Duruşu'nda olduğu gibidir. Eller Kavuşturulmuş ve baş parmaklar birleştirilmiş olarak kucağa konabilir ya da geleneksel kolay duruşunda olduğu gibi sağ bileğin arka yüzü sğ diz üzerine ve sol bileğin arka yüzü sol diz üzerine yerleştirilir Giderek ,dizler değecek kadar yere yaklaşınca, kusursuz duruşa, Lotus Duruşu'na erişmeye hazır olduğunuzu sezersiniz. Bu arada bu iki pozisyon için hazırlayıcı pratikler yapmalısınız. Karından ve düzenli olarak soluyun, ayak bileklerinizi çaprazlamayı, bazen sağ olsun, bazen de sol sağın üzerine gelecek şekilde değiştirin. Dizlerinizi yere iyice yaklaştıra bildiğiniz zaman ayak bileklerinizi çapraz durmadan çıkarıp bir ayağı dokunacak şekilde diğerinin önünde tutarak dizlerinizi yere değirebildiğinizi görürsünüz. Bu Birmanya Duruşudur.




JAPON YA DA YILDIRIM DURUŞU
Bazıları buna kolay duruşun alternatifi olarak görürler. Yerde dizler bitişik ve sırtınız dik olarak, topuklarınızın üzerine oturun.Bu geleneksel Japon duruşu , Hindistan Yogası'ndaki pek çok duruş için başlama pozudur. Sanskrit Yogi ismi 'Yıldırım duruşudur. Sağ el ayası sağ üst bacağa, sol el ayası ol üst bacağa yerleştirilir ya da eller yukarıda anlatıldığı şekilde kucakta kavuşturulur. Serbestçe, burnunuzdan ve karnınızdan soluyun. Diz ve ayak bileği eklemleriniz başlangıçta zorlana bilir.Kalçanızın altına ve ayak bileklerinizin arasına bir minder koyarak rahatlıya bilirsiniz. Dizleri korumak için bazı Japonlar meditasyon süresince bir minder kullanırlar.Batılılar bunu çekinmeden uygulayabilirler.




KUSURSUZ DURUŞ
Bacaklarınızı açık olarak uzatarak yere oturun. sol bacağınızı kıvırıp, dizinizi kavrayarak sol tabanınızı sağ bacağınızın içyüzüne,topuğunuz apış aranıza gelecek şekilde dayayın. Sol diz yere değsin ve sağ bacak uzatılı kalsın Ellerinizi, üst üste baş parmaklarınız birbirine değecek şekilde kucağınızda kavuşturun yada sağ bileğinizin sırtını sağ, sol bileğinizin sırtını sol dizinize yerleştirin. Serbestçe karından soluyun ve en az bir dakika süreyle hareketsiz oturun. Sonra sol bacağınızı açıp, sağ bacağınızı toplayın. Bir dakika dinlendikten sonra aynı hareketi , önce sol , sonra sağ bacağınızı kıvırarak tekrarlayın.Bu sırtın dikleşmesi bacakların ve kalçanın oynaklık kazanması sinirlerin yatışması açısından yararlı bir egzersizdir. Yoga'da elleri belli bir şekilde tutma geleneği vardır. Sol bileğin sırtı sol sağ bileğin sırtı da sağ dize dayanır.Baş parmak la işaret parmaklarının uçları
daire oluşturacak şekilde birbirine dokundurulur.Diğer üç parmak ise yan yana ve açık olarak tutulur.

Güne Başlama Meditasyonu


güne başlama meditasyonu ile coder006
Meditasyon ve Surrender Sanat Londra Meditasyon Samarpan Meditasyon yapar Londra'da Serbest Meditasyon Meditasyon zihnin bir hali ulaşıyor, hangi düşüncelerin özgür Her meditatör, yeni bir ya da deneyimli bir zaman onu ya da onun içinde daha derin bir seviyede bulunuyor ulaşmak için arıyor, ya elde ya da zaman düşüncesiz devlet harcama artırmak isteyen Biz, hepsi bizim düşüncelerimiz yakalanmış; asla olabilir uzun gitmiş geçmişin düşünce veya gelecekteki düşünceleri,. Her iki sarkaç gibi sallanan arasında. 50mg silagra Aeromonas ampisilin accutane ilaç antibiyotik zithromax Biz bugünkü yaşayan başlattığınızda Düşünce özgür bir devlet başlar. accutane sipariş on line prednisone satın Bu teslimiyet ile meditasyon ve derinleştikçe Düzenli uygulama ile elde edilebilir; ego teslimiyet, fail gemi duygusu teslim. " Biz Allah'a teslim ettiğin zaman, kendimizi daha büyük bir şey teslim - bu ne yaptığını bilen bir evrene. Biz s zaman iyi çalışıyor olayları kontrol etmek, bir doğal düzen, bu işleri bir düzen içine düşmek. nexium synthroid satın almak için antibiyotik Kendi çok daha büyük bir güç devraldı biz, istirahat konum ve yaptığımız olabilir var çok daha iyi bir iş yok. roksitromisin 150 mg obat cytotec orlistat obezite Biz, birlikte, galaksiler tutan güç, bizim nispeten daha az hayatımızın durumlarda işleyebilir güvenmeyi öğrenirler . "-Marianne Williamson Samarpan Londra'da Meditasyon bize tam ve sevinçle şimdiki anda yaşamak yardımcı ücretsiz Meditasyon sınıfları, yürütür.

KLASİK MÜZİK




Klasik batı müziği, genelde yüksek kültür seviyesi ile bağdaştırılan, halk müziklerinden net çizgilerle ayrılmış, Avrupa kökenli ve ağırlıklı müzik türüdür. En önemli özelliği, çoksesli olmasıdır.


Klasik Batı Müziği Dönemleri


Rönesans (1450–1600)

Belli başlı ilk polifonik bestelerin ortaya çıktığı (teksesli müzikten çoksesli müziğe geçilen) dönemdir. Müzik, kilise çevresinde gelişmiştir. Vokal müzik yaygındır (özellikle madrigaller). Bunun yanısıra, basit çalgı toplulukları olan konsortlar için de müzikler yazılmıştır. Dönemin ünlü bestecileri Guillaume Dufay, Johannes Ockeghem, Giovanni Pierluigi da Palestrina ve Carlo Gesualdo'dur.

Barok Dönem (1600–1750)

Barok stilin Rönesans stilinden farkı, daha süslü bir anlatıma sahip olmasıdır. Dönemin en ünlü çalgısı klavsendir. Klavsen neredeyse her müzik çeşidinde kullanılıyordu (çoğu zaman arkaplanda olmak üzere). Dönemde vokal müziğin yanı sıra enstrumantal müzik de gelişmiştir: konçerto ve süit, bu dönemin iki yaygın orkestral beste türüdür. Dönemin ünlü bestecileri Antonio Vivaldi, Johann Sebastian Bach, George Frideric Handel ve Georg Philipp Telemann'dır.

Klasik Dönem (1750–1820)

Klasik stilin Barok stilden farkı, Klasik stildeki eserlerin Barok stildeki eserlerden daha sade olmasıdır. Barok dönemin kapanmasına yol açan şeylerden biri de piyanonun icadıdır. Klasik dönemde her orkestrada klavyeli çalgı bulundurma zorunluluğu kalkmış, piyano orkestraya katıldığı zaman da mutlaka solist görevi görür olmuştur. Dönemi seçkinleştiren bir başka şeyse senfoninin yaygınlaşmasıdır. Dönemin ünlü bestecileri Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart, Christoph Willibald Gluck ve Muzio Clementi'dir.

Romantik Dönem (1820–1900)

Müziğin kilise ve saraydan taşıp halka yayıldığı dönemdir. Kalıpların ve düzenin yıkılıp yerine daha özgür, daha özgün olan romantizmin geldiği dönemdir. Kendi içinde 3 döneme ayrılır:
Erken Romantik Dönem: Romantik anlatımın Klasik dönem içinde doğduğu, ilk dönemidir. Bu anlatımın öncüsü Ludwig van Beethoven olarak kabul edilir. Bu dönemin diğer ünlü bestecileri de Franz Schubert, Carl Maria von Weber ve Gioacchino Rossini'dir.
Orta Romantik Dönem: Romantizmin tüm avrupada egemen olduğu dönemdir. İlk ışığı yakan da, programlı senfonisi Symphonie fantastique ile Hector Berlioz olmuştur. Ardından Franz Liszt, Felix Mendelssohn Bartholdy, Niccolo Paganini, Robert Schumann, Frederic Chopin, Johannes Brahms gelmiştir. Giuseppe Verdi ve Richard Wagner'in opera alanındaki çalışmalarıyla doruğa ulaşmıştır.
Geç Romantik Dönem: Müziğin denetiminin "Almanya-İtalya-Fransa" üçgeninden çıktığı dönemdir. Milliyetçilik akımı ile birlikte Mikhail Glinka, Aleksandr Borodin, Modest Musorgski, Nikolay Rimski-Korsakov, Peter İlyiç Çaykovski gibi Rus; Bedrich Smetana, Antonin Dvorak gibi Çek; Edvard Grieg, Jean Sibelius gibi İskandinav besteciler "Klasik Batı müziği"ne dahil olmuşlardır.

Modern Dönem (20. yüzyıl ve günümüz)

Modern dönem içerisinde Romantizmi sürdürenler (Richard Strauss, Gustav Mahler, Sergey Rahmaninov, Edward Elgar) olduğu gibi müziğin genel kimliğini değiştiren asıl Modern besteciler (Claude Debussy, Maurice Ravel, Bela Bartok, İgor Stravinski, Dimitri Şostakoviç, Sergey Prokofiyev) kendilerine has bir stil geliştirmiştirler. George Gershwin Klasik müzikle cazı birleştiren besteciler arasında en ünlüsüdür. Eric Satie, orkestrada mekanik alet seslerini ilk kullananlardandır. Edgard Varèse ise bu işi ilerletmiş, elekrtonik müzik akımını başlatmıştır. Arnold Schönberg ve öğrencileri Alban Berg ile Anton Webern atonal müzik akımının yaratıcısı ve ilerleticisi olmuşlardır. Carl Orff, ilkel çağların müzikleri ve metinlerini yeniden canlandırıp modernize etmiştir. Ayrıca Türkiye'de çoksesli müziğin başlaması da bu döneme rastlar (Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses) Günümüzde Krzysztof Penderecki, Arvo Pärt gibi besteciler (ki bu iki besteci Hristiyan koral müziklerini modern dönem çerçevesinde sunan çalışmalarıyla ünlüdür) de Modern dönemi sürdürmektedirler.

Klasik Batı müziği çalgıları [değiştir]


Yaylı çalgılar

Yaylı çalgılar bir orkestranın belkemiğidir. Yayla sürtündüğünde titreşen tellerden oluşan tahta çalgılardır. Diğer bir adı da "keman ailesi"dir.
Keman: Yaylı çalgıların en küçüğüdür. Soprano ses verir.
Viyola: Biraz büyükçe bir kemandır. Sesi daha kalın ve hüzünlüdür. Alto ses verir.
Çello (Viyolonsel): Bir ucu yere dayanarak çalınır. Tenor ses verir.
Kontrbas (veya sadece Bas): Yaylı çalgılar arasında en büyük olanıdır (Boyu bir insan boyuna ulaşır). Bas ses verir.
Avrupa'da yaylı çalgılar "telli çalgılar" olarak adlandırılır ve böylece bu aileye arp (harp) da eklenir. Arp, çok sayıda tele ve pedala sahip olan bir çalgıdır ve telleri parmakla çekilerek titreştirilir. Keman ailesinin üyeleri de buna benzeyen bir biçimde çalınmaya müsaittir (pizzicato).

Üflemeli çalgılar

İçlerine üflenen nefes sayesinde titreşen çalgılardır. İki gruba ayrılırlar: Tahta üflemeliler ve Bakır üflemeliler. Bu gruplar çalgıların imal edildikleri maddeye göre ayrılmaz, çalışma stillerine göre ayrılır.
Flüt: Bir tahta üflemelidir. 19. yüzyılda tahtadan imal edilirken günümüzde metalden imal edilmekte olan konser flütü (yanflüt), tatlı ve sakinleştirici bir ses çıkarır. Orkestralarda flütün yanısıra kısaca pikolo diye adlandırılan pikolo flüt de kullanılır. Pikolo, küçük anlamına gelir. Pikolo flüt, normal flütten daha kısadır ve daha ince ses çıkarır.
Klarinet: Tek kamışlı tahta üflemelidir. 19. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Hafif boğukça fakat parlak bir ses çıkarır. Orkestrada normal klarinetten daha kalın ses çıkaran basklarinet de kullanılır.
Saksofon: 20. yüzyıl klasik müzik eserlerinde yer alan (örneğin Ravel ve Gershwin'in eserlerinde) tek kamışlı tahta üflemelidir. Bir klarinet alt-türü de denebilir.
Obua: Çift kamışlı tahta üflemelidir. Barok dönemden beri orkestraların en popüler çalgılarındandır. Keskin ve acıklı bir sesi vardır. Orkestralarda obuanın yanısıra biraz daha kalın ses veren korangle (İngiliz kornosu) da kullanılır.
Fagot: Çift kamışlı tahta üflemelidir. Gizemli ve kadifemsi bir sesi vardır. Orkestralarda fagotun yanısıra, normal fagottan bir oktav daha kalın ses çıkarabilen kontrfagot da kullanılır.
Trompet: Pistonlu bakır üflemelidir. Parlak ve coşkulu bir sesi vardır.
Trombon: Sürgülü bakır üflemelidir. Trompetten daha kalın ses çıkarır. Sesi biraz daha boğuktur.
Korno: Pek çok yerinden bükülmüş çok uzun bir borudan oluşur. Dairesel bir şekle, boğuk bir sese sahiptir.
Tuba: En kalın sesli bakır üflemelidir. Kornonun daha büyüğü sayılabilir. Pistonludur.

Vurmalı çalgılar (Perküsyon) [değiştir]

Tokmak, baget veya fırça gibi cisimlerle vurularak titreştirilen çalgılardır. Orkestranın en arkasında bulunurlar.
Timpani: Küçük orkestra davullarıdır. Yarım küre biçimindedirler. Çıkaracakları nota, derileri gerilerek ayarlanabilir.
Zil: İki dairesel bakır levhadan oluşur, birbirlerine çarpılarak ses çıkarır.
Üçgen: Bir metal çubuğun üçgen şekli oluşturacak şekilde bükülmesiyle yapılır. Küçük bir sopayla vurularak kısa ama etkili bir çın sesi verir.
Kastanyet: İspanyol kökenlidir. İki küçük tahta parçasından oluşur, bunların birbirine vurulmasıyla ses çıkarır.
Çıngırak: Metalden yapılmış konik biçimli bir çalgıdır. İçinde yine metalden küçük bir tokmak asılıdır, çıngırak sallandıkça koninin iç yüzeyine çarparak ses verir.
Tef: Yuvarlak bir tahta kasnağın bir veya iki yanına deriden bir örtü geçirilerek yapılır ve parmak vuruşlarıyla çalınır. Her vuruşta, kasnaktaki ince pirinçten 4-8 çift küçük zil tınlar.
Trampet: Dairesel bir metal gövdenin iki tarafına gerilmiş deriden ve bir derinin hemen altındaki gerili kirişlerden oluşur. Bagetle vurulduğunda deriler kirişlerle titreşir ve güçlü, keskin bir pat sesi çıkar.

Klasik Batı müziği beste biçimleri

Sonat, Kantat, Madrigal, Oratoryo, Konçerto, Süit, Senfoni, Opera, Şarkı (Lied)...

Klasik müzik tarihinin önemli bestecileri

Guillaume Dufay
Johannes Ockeghem
Giovanni Pierluigi da Palestrina
Carlo Gesualdo
Antonio Vivaldi
Johann Sebastian Bach
George Frideric Handel
Georg Philipp Telemann
Joseph Haydn
Wolfgang Amadeus Mozart
Christoph Willibald Gluck
Muzio Clementi
Ludwig van Beethoven
Franz Schubert
Carl Maria von Weber
Gioacchino Rossini
Hector Berlioz
Franz Liszt
Felix Mendelssohn Bartholdy
Niccolo Paganini
Robert Schumann
Frederic Chopin
Johannes Brahms
Giuseppe Verdi
Richard Wagner
Mikhail Glinka
Aleksandr Borodin
Modest Musorgski
Nikolay Rimski-Korsakov
Peter İlyiç Çaykovski
Bedrich Smetana
Antonin Dvorak
Edvard Grieg
Jean Sibelius
Richard Strauss
Gustav Mahler
Sergey Rahmaninov
Edward Elgar
Claude Debussy
Maurice Ravel
Bela Bartok
İgor Stravinski
Dimitri Şostakoviç
Sergey Prokofiyev
George Gershwin
Eric Satie
Edgard Varèse
Arnold Schönberg
Alban Berg
Anton Webern
Carl Orff
Cemal Reşit Rey
Ahmet Adnan Saygun
Necil Kazım Akses
Krzysztof Penderecki
Arvo Pärt


KLASİK TÜRK MÜZİĞİ

Klasik Türk müziği, makamlı bir Türk müzik türüdür.
Klasik Türk Müziği, klasik Batı müziği ve Hint müziği ile beraber dünya üzerinde süreklilik ve gelenek oluşturma bakımından mevcut üç klasik müzikten birisi olarak kabul edilir. Bu terimdeki "Türk" ve "klasik" kelimeleri, Cumhuriyet döneminde Osmanlı Devleti'nden süregelen müziğe karşı Batı müziği taraftarlarınca ileri sürülen bazı iddialara cevap vermek için türetilmiştir. Bu iddialardan en önemlisi Osmanlı müziğinin Türklerin değil, Bizans ve İran müziği kaynaklı olduğuna dair olan tezdir. Hüseyin Sadettin Arel ve Rauf Yekta gibi Batılı müzik çevrelerince de saygın görülen kimi müzikologlar, bu iddiaları belge ve bilgilerle çürütmüşlerdir.
Türkiye'de Batı klasik müziği eğitimi almış ve bu müziği icra eden kimi çevreler, "evrensel" ve "ileri" kabul ettikleri çoksesli Batı müziğine karşı, teksesli geleneksel müziği ideolojik bir yaklaşımla "geri" ve "çağdışı" gibi sıfatlarla anabilmektedir. Cumhuriyet döneminde bu müzik geleneği genellikle gözardı edilmiş, hatta 1929 yılında 10 ay süreyle devlet radyosunda çalınması yasaklanmıştır. Bu ideolojik yaklaşımın bir sonucu olarak Klasik Türk müziğini modern yöntemlerle öğreten konservatuarlar ancak 1970'lerde kurulabilmiştir.
Klasik Türk müziğinin adlandırılması konusunda görüş ayrılıkları vardır. Osmanlı döneminde bu müziğe sadece "musıkî" denmekteydi. Nitekim bu geleneksel müziği, Cinuçen Tanrıkorur gibi "Osmanlı Müziği" olarak adlandıranlar olduğu gibi, ona "Geleneksel Türk Müziği" adını verenler de vardır.
Konu başlıkları [gizle]
1 Tarihi
2 Günümüzde Klasik Türk Müziği
3 Türk Müziğinde Enstrümanların Önemi
4 Ayrıca bakınız
5 Dış Bağlantılar
Tarihi [değiştir]

Klasik Türk müziği tarihsel açıdan altı döneme ayrılabilir: oluşum dönemi, dönüşüm dönemi, klâsik dönem, son klasik dönem, romantik dönem ve çağdaş dönem.
10. yüzyılda yaşamış olan Farabi’den Timurlenk’in öldüğü 1405’e kadar geçen süre, Türk müziğinin nazarî (teorik) yönleriyle açıklandığı ve yazıya aktarılmaya başlandığı oluşum dönemini kapsamaktadır. Bu dönemin sonlarına doğru, çok meşhur bir üstad olan Abdülkadir Meragi, bir sonraki evrenin tohumlarını atmış, Türk müziğine yeni bir yön vermiştir.
Bunu takiben, 16. yüzyılın başından Yavuz Sultan Selim’in tahta çıktığı 1512’ye değin; anlatılageldiği şekilde, Türk müziğinin ses perdeleri ve makamları üzerinde birtakım nazarî değişilikler yapılmıştır. Bu dönem, Diyar-ı Rum'un ve Balkanlar’ın üzerinde Mevlevihanelerin yapıldığı, İstanbul’un fethedildiği, Bizans İmparatorluğu kalıntıları arasına Enderun saray okulunun kurulduğu, kökleştiği ve Orta Asya’dan Ali Şir Nevai, Hüseyin Baykara, Ali Kuşçu, Şadi gibi ilim adamlarının İstanbul’a cezbedildiği bir dönüşüm dönemi, keza bir nevi Rönesans olarak görülmektedir.
Klasik Türk müziği; Orta Asya, Selçuklu ve özellikle Osmanlı uygarlığının bir ürünü olarak, pek çok milletin müziklerini etkilemiş, onların müziğini de kendi potasında eritmiştir. Bunun bir sonucu olarak, klasik musıkî, gerek makam sayısı ve anlayışı, gerekse formlar ve usuller bakımından çok zengin bir müzik türü olmuştur.
Bunun ardından, 17. yüzyılın başından IV. Murat’ın öldüğü 1640’a dek, doğuya düzenlenen seferler sayesinde, Osmanlı sarayında, Ortadoğu’dan getirilen müzik ve sanat adamlarının faaliyet gösterdiği bir dönem yaşanmıştır.
Itri’den (1640-1712) 1730'a kadarki zaman diliminde, Avrupaî Barok ve Rokoko etkilerin Osmanlı sarayına nüfuz ederek, zamanının doğu kültürüyle apayrı bir sentez oluşturduğu klâsik dönem süregelmiştir. 1730’dan İsmail Dede Efendi’nin 1846’daki ölümüne dek uzanan dönem ise son klasik dönem olarak adlandırılmaktadır.
Tanzimat Fermanı'nın ilan edildiği yıllardan II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945’e kadar süren akım da romantik dönem olarak anılmaktadır.
Günümüzde Klasik Türk Müziği [değiştir]

Türk Sanat Müziği ile Klasik Türk Müziği birbirine yakın kavramlar olmakla birlikte; "Klasik Türk müziği", tarihî anlayış ve geleneği temsil ederken, Batı müzik terminolojisinden ödünç alınmış "sanat müziği" kavramı ise daha çok bu musıkînin Cumhuriyet döneminde aldığı modern biçimi ifade eder.
20. yüzyılın ortalarından bugüne kadar gelen dönem çağdaş dönemdir. Bu dönemin en önemli temsilcilerinden biri Münir Nurettin Selçuk'tur. Bu dönemde kâr, beste, ağır ve yürük semâi gibi formlar arka planda kalırken, modern müzik anlayışına uygun kısa süreli, kısa güfteli ve hareketli şarkı ve fantezi formları Türk Sanat Müziği'ne hakim duruma gelmiştir.
Bu anlayışın Batı müziğini model alması sonucunda, koro ve konser gibi uygulamalar yaygınlık kazanmış; keman, piyano, klarnet gibi Batılı sazlar da saz heyetlerine girmiştir. ALINTII Bu modern anlayışı destekleyen unsurlardan birisi de, klasik musıkîde en önemli aktarım ve anlayış aracı olan meşk geleneğinin sekteye uğramasıdır. Klasik sanatların hepsinde geçerli olan ve talebenin bir üstadın "elinden geçerek" musıkîyi öğrenmesi süreci büyük ölçüde sona ermiş, yerine modern anlayışla, nota üzerinden eser öğretilen koro ve dernekler geçmiştir.
Tasavvufî felsefeye, dolayısıyla aşkınlığa ve tefekküre dayanan klasik musıkî anlayışı yerine eğlence odaklı bir müzik anlayışı yerleşmiştir. Buna rağmen klasik musıkî geleneğini sürdüren ve yeni eserler verenler yok değildir. Hacı Arif Bey ile başladığı ileri sürülen modernleşme döneminde klasik üslubu ve anlayışı devam ettiren Fehmi Tokay, Zeki Arif Ergin ve Ahmet Avni Konak gibi bestekârlar da yer almıştır. Günümüzde de bu anlayışa bağlı genç bestekârlar eserler vermektedir.
Türk Sanat Müziği kamu radyo ve televizyonları kadar gazino gibi eğlence mekanlarının da temel tercihini oluşturmuş, bu nedenle kitlelere ticari açıdan da ulaşabilmiştir. Bu evrenin önemli bestecileri arasında Sadettin Kaynak, Bimen Şen, Refik Fersan, Yesari Asım Arsoy ve Avni Anıl sayılabilir. Türk Sanat Müziği'nin bu bestecilerden başka "piyasa müziği" olarak anılan daha popüler türevinde de bazı önemli besteciler yer almıştır. Bunlara örnek olarak Yusuf Nalkesen, Şekip Ayhan Özışık ve Teoman Alpay verilebilir.Günümüz TRT repertuarında 19 bine yakın Türk musikisi eseri bulunmaktadır.
Türk Müziğinde Enstrümanların Önemi [değiştir]

Türk müziğinde başlıca çalgılar şunlardır; Ud, kanun, keman, ney, tanbur, lavta, klasik kemençe, rebab, santur, kudüm, def ve zildir.
İslamiyetten sonra din adamlarının etkisiyle Mehterhâne, Enderûn ve sazın serbest olduğu tekkelerle şuurlu din adamlarının koruması sayesinde bu çalgılar kurtulabilmiştir.
Osmanlı klâsik ve halk mûsikîsinde kullanılan bütün telli/saplı çalgıların atası olan Kopuz'un ömrü 18.yy'a kadar devam edebilmiş, 10. ila 16. yy.lar arası çok revaçta olan Ud yerini l9.yy.'ın sonunda yeniden almak üzere 17.yy.dan itibaren Tanbur'a bırakmış,tarihi Türk harpi Çeng'le,Türk pan flütü Miskal 19.yy.da Santur ise 20.yy.da artık kullanılmaz olmuşlardır.
Önce viola d'amore şeklinde Sinekemanı adı ile Batıdan gelen Keman,daha sonra Viyola,Viyolonsel ve Kontrbas ile,önceleri Köçekçe ve Tavşanca adı verilen saray rakslarının eşlik sazı olan Kemençe ve Lavta 20.yy.da klasik mûsikîye de girmiş;Kaşık'la Zilli Maşa'nın halk oyunlarında yaşamasına mukabil,Çalpara da denen Çengi Çubuğu,Köçekçe ve Tavşanca'larla birlikte tarihe karışmıştır.
Mûsikî aletleri bilimi demek olan "Organoloji"de çalgılar,hangi Müzik söz konusu olursa olsun,bu sanatın insanla birlikte doğuşundan bu yana geçirdiği merhaleler gözönüne alınarak,vurmalı çalgılar,nefesli çalgılar ve telli çalgılar sırası içinde incelenmektedir.

HALK MÜZİĞİ







Türk halk müziği nedir

Türk Halk Müziği toplumun ortak duygu ve düşüncelerini yalın, samimi, duygulu, coşkulu ve içli ezgilerle anlatan köklü bir müzik sanatıdır.


Türk halkının zevkle dinlediği bu müzik doğal ve sosyal olayları, acı, sevgi, özlem ve gurbet gibi ortak duyguları, insanımızın mertlik ve kahramanlık gibi ulusal özelliğini tarihi olayları, konu alan büyük bir kültür hazinesidir.

Türk insanının tüm yaşantısını halk müziğimizde, özellikle onun sözlü biçimi olan türkülerimizde görmek mümkündür.

Oluşumunda hiçbir sanat endişesi taşımayıp yalnızca duygu, düşünce ve yaşantı ürünü olarak ortaya çıkan Türk Halk Müziği ritim yönünden çok zengin, ezgisel açıdan ise oldukça renklidir. Tarihi çok eskilere dayanır.

Türk insanının çağlar boyunca kendi kendine ürettiği, geleneklerini sürdürdüğü anonim karakterli, soylu bir müziktir.

Yöresel özellikler açısından zenginlik ve çeşitlilik gösterir. Her bakımdan Anadolu halkının ruhunu anlatan köklü bir halk sanatıdır.

Ancak, Türk Halk Müziği denince, onu sadece Anadolu coğrafyasıyla sınırlandırmak doğru olmaz. Yaşadıkları ülke ve bölge neresi olursa olsun, oluşturulan bu eserlerin ve estiğin tek sahibi Türk insanıdır.

SANAT MÜZİĞİ








Türk Sanat Müziği

Klasik anlamda Türk Sanat Müziği çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerinin ürünü olan makamsal bir müziktir.
Türk Sanat Müziği hakkında ansiklopedik bilgi

Klasik anlamda Türk Sanat Müziği çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerinin ürünü olan makamsal bir müziktir.

Araştırmacılara göre Türk Sanat Müziği'ne ait 590 MAKAM adı belirlenmiş, ancak bunlardan pek çoğunun bugün örneği bile kalmamış,çoğu unutulmuş,önemli bir bölümü de kullanılmaz olmuştur. Günümüzde ise kullanılan makamların sayısı100'ügeçmez.Bunlardan ise ancak 40-50'si yaygın olarak kullanılmaktadır. Makamlar arasında gerçekten apayrı bir anlatım gücü taşıyanlardan bazılarını makamlar kısmında görebilirsiniz. Türk Müziği'nde doğaçlamalar dışında, yalnızca bestelenmiş yapıtların biçimlenişine katkıda bulunan ve usül adı verilen bir öğe daha vardır.Usül'ler çeşitli uzunluktaki kuvvetli ve zayıf vuruşların belli bir düzen içinde ortaya çıkan birer ritim kalıbıdır.

ARABESK








ARABESK NEDİR

DUM DUM TIKIRAK DUM TIKIRAK !......
Evet arabesk deyince aklımıza gelen o bildik ritim ve melodiler. Kimi zaman acı veren duygularımıza rehberlik ederler, kimi zaman da hayata dört bir koldan sarılmayı. Ülkemiz ve hatta yurt dışındaki bir çok vatandaşımız veya komşu ülkemizin vatandaşlarının dinlediği müziktir "Arabesk".
Peki gerçekten Arabesk nedir?. Sadece sanatın bir yönümü acaba. Gerek bizim bildiğimiz manada bir Türk Müzik stili mi gerçekte. Yoksa sadece müzik haricinde sanatın bir çok dalında oturmuş bir kavram mı ? Bildiğiniz üzere Türkiye' de kavramlar kargaşası yaşanmaktadır. Bunun nedeni öz kültürden uzaklaşma, hızlı ve yoğun değişen teknolojik ve kültürel yapı. Gerekse batılılaşmanın getirdiği bir takım kimlik bunalımları. Eklendikçe birikip yığınlaşan sebepler yumağı diyebiliriz. Şimdi diyeceksiniz ki "Baba' ya neler anlatıyorsun sen !.Ne alaka bunlar!. sen Arabesk' ten haber ver dediklerinizi duyar gibi oluyorum" Evet bir çok konulara değinmemiz gerekecek. Arabesk hakkında tam ve detaylı bilgi edinmemiz için bazı konuları değinmek lazım.
Peki o zaman nedir Arabesk...

ARABESK NEDİR?

Arabesk' in tanımını Entelektüeller gibi makro ve micro açıdan ele almayacağız ama yinede siz arabesk severlere çok yönlü elimizden geldiğince tanımlamaya ve açıklamaya çalışacağız. Bizim bildiğimiz manada Arabesk müzik stili olarak ele almamız hata olur. Çünkü arabesk kavramı çok önceden çıkmış bir kavramdır. Arabesk kavramını daha önce belirttiğimiz gibi sanatsal boyutu haricinde sosyolojik ve tarihsel açıdan ele almamız gerekir. Arabesk kavramı sadece ülkemize ait değil işin bir de evrensel boyutu vardır.

Sanatsal Tanımlar
Evrensel olarak ; Sanatta bir stildir. Bu stil; mimariden süsleme sanatına kadar adlandırılabilen bir stildir. Sanat tarihçileri ve sanatın geniş yönleri ile ilgilenenler bilirler. Daha ziyade süslemele sanatında görülen ; içinde bir çok renk ve modellemenin bulunduğu, yinelenmenin çok olduğu daha ziyade Şark ve Ortadoğu'da gelişmiş bir stildir. Örn. Arabesk motifler, arabesk figürler...
Mimari süslemelerin yanı sıra bir çok sanatın dalında arabesk figürler kullanılmıştır. Evet süsleme sanatın haricinde Arabesk kavramı müzikte de etkisini göstermiştir.

ARAP MÜZİĞİ...

Arabesk müziği için Arap müziği denmektedir. Bu düşünceye katılmıyoruz. Arabesk müzik diye Türkiye' de adlandırılan müziğin Arap müziği diye adlandırılması çok büyük hata olur. Bunu Araplar da kabul etmemektedir. Ortadoğu' da konser veren Arabesk sanatçılarını Türk müziği sanatçısı olarak adlandırmışlardır. Örnek olarak Müslüm Gürses' in Kahire konseri ve bir çok Ortadoğu ülkelerinde Orhan Gencebay' ın Türk müziği sanatçısı olarak adlandırılması....
Şimdi Arap müziği hakkında biraz bilgi verelim ki farklılıklar açıkça belli olsun ..
.
Arabistan, Kuzey Afrika, İran ve Suriye' deki Müslüman halkların müziği. Arap müziğinin belli başlı yapıtlarının İslam' ın doğuşundan sonra verilmesine karşın, kökenleri binlerce yıl eskiye dayanır. İslam öncesi Arap Müziği, kervan şarkılarından ( huda ) doğup, daha seçkin bir üslup olan dünyevi şarkılara ( nasp) dönüştü. O dönemde şarkıcıya eşlik eden çalgılar, ut, bir tür zurna, tambur ve davuldu.
İslam dininin yayılmasından sonra fethedilen ülkelerin bu müzikte etkisi görüldü. Şarkılar Suriye ve İran' da notalara döküldü. İbni Misyah ( ölümü 715 ) sekiz ezgi kalıbı ( asabi ) ve altı ritim kalıbı ( ikaat ) tanımladı; bunlar sonraki yıllarda sistemleştirildi. Dönemim halifeleri ( Emevi ve Abbasi 661-847 ) ve Kültür ve sanat merkezlerinde daha da sistemleştirildi. Gelmiş geçmiş en büyük müzik kuramcılarından olan Farabi ( 870-950 ) Kitab ül-Musik-ul Kebir ( Müzik Üstüne Büyük Kitap ) adlı yapıtı ile çağının çalgılarını ayrıntılarını tanımladı ve müzik kurallarını betimledi.
Ayrıca Arap müziğinin notaya geçirilmiş ilk örneklerini koyup 12 temel ezgi kalıbından oluşan yeni bir kuram geliştirdi. XIV. Yüzyılda Arap müziğinde 12 temel makam oldu. Böylece gelişimini çoktan tamamlamış oldu.
Günümüzdeki Arap müziğinin iki önemli özelliği vardır. Makam ve yinelenen ritim çevrimi bin yıldan beridir değişmemiştir. Klasik Arap müziği programları genellikle " "taksim" adı verilen , belirli makam içinde yer alan doğaçtan çalgı müziği ile başlar. Müzikteki makam ve ikaat, Arap dünya görüşünün müzikli yansımaları sayılabilir. Kalıpların evrenselliği, ruh ve durumu dalgalanmalarıyla günün ya da yılın dönemleriyle, gezegenlerle, vb. yakından ilgilidir. Çalgıların bile müzik ötesi tanımları vardır. Udun dört telinde, dört temel öğeden ve mevsimlerden esinlenilmiştir. En önemli çalgılar ut, ney, kanun ve teftir.
ARABESK MÜZİK ARAP MÜZİĞİ DEĞİLDİR

Evet bu kadar ayrıntılı olarak ele aldığımız Arap müziği ile ülkemizdeki Arabesk müziği ile bağlantı kurabilir miyiz. ? Kurulacak birkaç nokta vardır. Ne gibi derseniz.
• Kullanılan müzik aletleri
• Bir kaç ritim özellikleri ve taksim denilen olaylardır.
• Ruh durumunun müziğe yansıması

Evet arabesk müziğini Arap Müziği diyerek bir takım çevreler kendi yaptığı müzik için prim beklemektedirler. Ama büyük bir yanılgıya düşüyorlar.
Arabesk Müzik bir Türk müziğidir diyoruz. Gerçi karşı düşüncede olanlar bizim yazdıklarımız için sin bir müzik otoritesimisin diyecekler. Hayır ama hür düşüncenin ve araştırmanın sonucunda edindiğimiz bilgileri yansıtmak isteyen ve bu müziği seven kişileriz. Ülkemiz insanın ve hatta ülke dışında yaşayan soydaşlar ve yabancı insanların bir çoğu Arabesk müziği dinlemekte sevmektedir. Ülkemizin %90' ına yakını dinlemektedir. Bir kısım çevrece sürekli aşağılanmış; yok sanatsal değeri olmayan yok cahil insanların dinlediği müzikmiş yok bu müzik insanı karamsarlığa ve bunalıma itermiş vb.... bir çok örnek verebiliriz.

• Müzik bildiğiniz gibi evrenseldir. Herhangi bir enstrüman belli bir müziğe ve topluma mal edilemez. Bir toplumun bulduğu müzik aletlerini kullanan o topluluğun müziğini yapıyor denilemez. Ut, ney, kanun, tef gibi müzik aletleri Türk Sanat Müziği denilen bence bu söylemde yanlış. Diğer müzikler sanatsız müzikmiş gibi. Klasik Türk Müziğinde de kullanılmaktadır. Yurt dışında ise bir çok rock ve jazz sanatçıları da bu tür enstrümanlar kullanmaktadırlar. Unutmayın ki arabesk müziğinde bağlama ve keman daha ağırlıktadır.

• Kullanılan ritim ve taksimler. Bazı arabesk müziği sanatçıları beste sıkıntısı çektiğinde bazı Ortadoğu sanatçılarının şarkılarını kullanmışlardır. Neticede müzik evrenseldir diyorsak bazı ritimler kullanılabilir. Yani Mozart şu şekilde bir melodi kullanmış biz o melodiye benzer diye bu tür meledi kullanmayalım gibi bağnaz düşünce olamaz. Zaten o kadar benzer ritim ve taksimler yoktur. Zaten Türk Müziği aksak ritimden oluşur. Batı normlarına pek uymak. Müzisyen arkadaşlar bilirler. Türk müziğinde tam ölçülü notalar ile yapılan eserler Cumhuriyet sonrası batı müziği taklidî veya batı müziği normlarında şarkılarda bulunmaktadır. 2/2, 2/4/ 4/4 ölçülerinde yapılmış şarkılardır. Aksak ritim dediğimiz eserler ise 5/8, 7/8.. gibi ölçüler ile oluşmaktadır. Şarkılara daha hareket getirmektedir. Y

• Ruh durumunun müziğe yansıması ise tamamen çok farklıdır. Arabesk müziğinin yansımasında bazen mistik olaylar ve mevsimler vb. temalar işlenmiştir. Ruh durumun müziğe yansıması kadar sanatın bu dalında bu kadar doğal olan bir şey var mı. ? Vivaldi arıların uçuşundan etkilenmiş müziğine yansıtmıştır. Yoksa Vivaldi Arap müziği mi yapıyor. Gerçi kıyaslamalar biraz basit oldu ama bu sebeplerden dolayı Arap müziği benzetmesi yapanlara daha nasıl örnek verilebilirdi ki..


GELELİM ARABESK KÜLTÜR NEDİR ? DOĞUŞU VE GELİŞİMİ

Evet nedir bu arabesk müziği, neye yarar, neye zarar hepsini inceleyelim. Türk Halkı Kurtuluş Savaşı' nı yapmış ve muzaffer olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış yerine Cumhuriyet ile yönetilen gencecik Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Muaassır medeniyetlere ulaşmak için Önderimiz Atatürk ve silah arkadaşları tarafından bir dizi inkılâplar gerçekleştirilmiştir. Bu inkılâpların bazılarının gelişimi hızlı bazıların ise yavaş yavaş olmuştur. Türk Halkı sanayi ile haşır neşir olmaya başlamıştır. İlk zamanlar Devletin bizzat kendisinin yaptığı sanayileşme hareketleri daha sonra özel teşebbüslere de ön ayak olmuştur.( Tabi o dönemler de kısıtlı olarak )
Genç nüfus uzun süren savaşlar nedeni ile çok azalmıştır. O dönemler hatta nüfusun artması için kampanyalar düzenlenmiştir. Sanayi ve ticarette yapılan değişikler kısa zamanda kendisini göstermiştir. Özel teşebbüsler yavaşta olsa artmaya başlamıştır. Kentleşme kavramı ortaya çıkmıştır. Ülkenin bir çok yeri kasaba görünümündeydi. Ülkeye tarım ekonomisi hakimdi. Atatürk' ün ölümü ile yerine İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştur. Ferdiyetçi teşebbüsle bu devrede azalmıştır. Daha sonra 2'li partili yıllara geçince ister istemez siyasette yavaş yavaş popülist politikalarda başlamış, hatta acımasız rekabetler olmamış değildir. Daha sonra Demokrat Parti uzun süren CHP yönetiminden görevi almıştır. Bu devirde Özel teşebbüsler ile birlikte Kentleşme artmıştır. Gelir dağılımı ve hayatın gereçleri için gerekli ve ya gereksiz olanakları büyük şehirlere yağmıştır. Şehire gidip zengin olanların sayısı artmış, git gide küçülen tarım topraklarının payı ister istemez insanları göçe zorlamıştır. Çünkü miras kalan topraklardan elde edilen tarım geliri yaşamı idame ettirmeye yetmemeye başlamıştır.
Ülkenin doğusu zaten feodal bir yapıdadır. Buradaki tarım alanları ağaların elindedir. Doğu Karadeniz de ise zaten kısıtlı tarım alanları vardır. Bunlarda paylaşılınca gelirler daha da küçülmüştür. O devirde zaten herkes modern tarım yapacak araçları almakta zorlanıyordu. Sanayi kentlere yayılmıştır. Özellikle Marmara bölgesine. Artık taşı toprağı altın olan şehirlere göç zamanı gelmiştir. Bu arada göçlerin sebeplerine kan davaları, kız kaçırma vb. toplumsal olaylarda ekleyebiliriz. Diyeceksiniz ki bunları neden anlatıyorsunuz ?
Bunları anlatıyoruz; Arabesk Müziğinin hangi zeminlerde doğduğunu bilmeniz için . Artık dünün taşralısı, köylüsü artık şehirli olmuştur. İşte bütün meseleler burada başlamıştır. Göçen halkın çoğu şehirli olamamıştır. Şehirdeki yaşam ve kültürel yapıya adapte olma savaş haline gelmiştir. Öyle farklılıklar olmuştur ki yaşamın her yönüne yansımıştır. Göçen halkımız daha muhafazakar bir yapıya sahiptir. Şehirdeki gerek giyim kuşamdan yemek kültürüne kadar bir takım farklılıklar karşısında zorlanmalar olmuştur. Varlık ailelerden göçenler yeni yapılarda kısa sürede kent yaşamına ayak uydurmuşlardır. Varlıklı olmayan ve umut peşinde göçenler ise kentin sınırların gecekondu denilen yeni yerleşim bölgeleri oluşturmuşlardır.
90' lı yıllarda ise bu deyim kendini varoş olarak değiştirmiştir. Gecekonduda yaşam zordur. Belediye hizmetlerinden yeteri kadar faydalanamayan halkımızı daha da zor yaşam beklemektedir. Yuvaları bazen yıkılmıştır. Bazen politik çıkarlar uğruna tapular verilmiştir. Ama buradaki nüfus git gide artmaktadır. Kent nüfusunun yarısını geçmiştir. Uyanık politikacılar oy uğruna tapu ve vaatler vererek buralarda yaşayan halkı kent yaşantısını daha da talep edilen hale getirmişlerdir. Ama madalyonun yüzü böyle değildir. Sanayileşme nüfus ile ile aynı oranda artmamaktadır. İşsizlik maddi gücün yetersizliği buradaki halk da hayal kırıklığı yaşatmıştır. Kentleşme süresince düzensiz yapılaşma beraberinde kültürel yozlaşmayı da getirmiştir. Buna birde sağlıksız ve yetersiz eğitim politikaları ve hizmetleri de eklenince Büyük kente göçen halkı tamamen yıpratmıştır. Artık ekmek aslanın ağzında değil midesine kadar inmiş.
Bu arada ülkemizde bir çok siyasi oyunlarda yaşanmaktadır. Ülkemiz insanları siyasi oyunlar ile birbirlerine kırdırılmışlardır. Anlayacağınız acılar üzüntüler en çok bu halkımızı etkilemiştir. 70' li yılları bu şekilde atlatmaya çalışırken 80' li yıllarda özel teşebbüsler için çok iyi olan serbest piyasa ekonomisine geçilmiştir. Artık Türkiye yeni zenginlere merhaba diyecektir. Kısa yoldan para kazanma hırsı popüler olmuştu. Zengin olmak için her şeyin mübah olduğu eski ideallerin bittiği bir dönem başlamıştır. 80 öncesinin gerek ekonomik gerekse kültürel olarak ezilen halkın artık para ile gücü eline alma zamanıdır. Öyle bir hale gelmiştir paranın yansıra kalabalık aile ortamı kiralık adamlar ile gayri meşru olayların meşrulaşmaya yoğun bir şekilde başladığı zamandır. Arabesk müziğin en atakta en revaçta olduğu yıllardır. Artık arabesk müzik kendi içinde versiyonlar çıkarmıştır. Bazıları Arabesk, fantezi, taverna vb.
Gelelim 90' lı yıllara büyük kentlere göçen halkın bazıları artık köşeyi dönmüşlerdir. Bazıları ise Ferdi Babanın dediği gibi" Köyüne Geri Dönmüşlerdir" . Türkiye tarihinin en büyük yozlaşmasını yaşamaya başlamıştır. Bunun yanı sıra yine Türkiye' de yozlaşmanın yanısıra büyük başarılarda yaşanmaya başlamıştır. Gelişim ve değişimin çok yoğun yaşandığı yıllardır. Popülizm doruğa çıkmıştır. Kim sanatçı kim sanatçı değil tartışmasının yoğun başladığı yıllardır. Müzikte Türkiye patlama yaşamıştır. Her gün çikletten çıkar gibi şarkıcılar çıkmaya başlamıştır. Artık gecekondular gelişmiş birer yerleşim merkezlerine haline gelmiştir. Artık gecekondu değil varoş kavramı yerleşmiştir. Arabesk müzik ise varoş müziği olarak adlandırılmıştır. Tabi arabesk müzikte de yozlaşmalar başlamıştır.
Müzikten ziyade sanatçılardan kaynaklanan bir yozlaşmadır. Sanatından ziyade TV' lerde ki reklamlardan veya orada burada basılanlar yok onla yaşayanlar yok onla çıkanlar yok şu şunu yaptı kimin eli kimin cebinde gibi paparaziliğin getirdiği bir yozlaşma. Kalıcı eser bırakanların sayısı çok azalmıştır. Arabesk müziği gördüğünüz gibi incelerken arabesk kültürü de incelemiş olduk. İlk başta dediğim gibi Arabesk Müzik Arabesk Kültürden doğmuştur. 1950' li yıllardan günümüze kadar ülkemiz insanlarının bir çoğunun geçirdiği evrimden doğmuş ve gelişmiştir. Bu öylesine bir kültürdür ki sadece müziğe değil etki etmemiş bir yaşam tarzı haline gelmiştir.
Arabesk diziler, arabesk filimler, arabesk yaşantı, arabesk söylemler... Anlayacağınız toplumumuzun büyük bir kesitinin aynasıdır. Bazı Entelektüel olduğunu söyleyen insanlar arabesk kültürü aşağılarken hiç toplumumuzu düşünmüyorlar mı acaba. Galiba onlar uzaydan geldi diyorum ben. Arabesk kültürün içinde hep hayatın acılı ve elim yönleri yok. Arabesk kültürün içinde hala devam eden bir dönem insanımızın yaşam mücadelesi ve bu mücadelenin ruhunu yansıtmaktadır.
GELELİM ARABESK MÜZİĞE...
Kısaca anlatmak istediğimiz arabesk kültürün doğuşu ve gelişimi arabesk müzik ile paralel, birbirinden ayrılamaz orantılarda olmuştur. 1950' li yılların sonlarında Nuri Sesigüzel ile başlayan ama Orhan Gencebay ile asıl anlamı kazanan arabesk müzik daha sonraki yıllarda Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Hüseyin Altın, Hakkı Bulut, Gökhan Güney ile doruğa ulaşmıştır.


Orhan Babanın arabesk müziğinin doğuşu ve gelişiminde en büyük otorite diyebiliriz. Yapılan bu müziğin tartışmaları onunla başlamıştır. Halkımız çok çabuk benimsemiştir. O dönemlerde türküler ve klasik Türk müziği revaçta idi. Taşralar Türk Halk müziği ile mutlu olurken kentlerde Türk Sanat müziği revaçta idi. Tabi batı özentisi ağırlıkta olan bir kesim ise batı müziğine yönelmiştir. Klasik batı müziği ile yoğrulmaya ve anlamaya çalışıyorlardır. Derken Batının rüzgarı Türkiye' yi de çarptı. Klasiklerden pop ve jazz denilen country ağırlıkta müzikler yapıldı.
Derken Batının rüzgarı Türkiye' yi de çarptı. Klasiklerden pop ve jazz denilen country ağırlıkta müzikler yapıldı. Fecri Ebcioğlu, Alpay, Erol Evgin ... ve bunların yanında pop gurupları .... Ama Anadolu halkına ilk zamanlar bu tür müzikler uzaktı. Büyükşehirlerde hatırlı semtlerde dinlenirdi.
Rock müziğidünyayı sarsarken Türkiye' de de etkisi görülmüştür. Ama pop ve jazz müzikte olduğu gibi bu müzikte Anadolu halkına uzaktı. Batı hayranlığı içinde yaşayan kişilerce bu müzik yayılmaya çalışılmıştır. Bazı sanatçılarımız ise Anadolu Rock müziği altında bu müziği azda olsa sevdirmişlerdir. Hatta Anadolu halkıda çok sevmiştir. Özellikle Barış Manço, Erkin Koray, Moğollar... Ama büyükşehirlere göçen halkımızın duygularını da tam olarak ifade etmekten uzak kalmışlardır.
Gecekondudan yaşayan halkın ezilmişliği, aşkları, feaodal yapının kurbanlarını ifade eden bir protest müzik doğmuştur. Arabesk müzik. Kısa zamanda gerek Anadoluda gerekse Büyükşehirlerde yaşayan düşük gelirli aileler tarafından sevilmiştir. Hayatın haksızlığına bazen kaderci bir tutum bazende çözüm getirecek konular ile yapılan şarkılar halkımızın duygularının rehberi olmuştur. Herşeyden önce Türkiye' de doğmuş ve Türkiye' nin aynası olmuştur. Yaşanan duygulardan beslenmiş taki günümüze kadar gelmiştir. Artık yaşam tarzı olmakla beraber müzik tarzı olarakta bazı otoritelerce ne kadar istenilmesede kendini kabul ettirmiştir.
Bireylere indirgediğimiz de kimi aşkını bulmuş kimisi ekonomik yetersizliği verdiği çile dolu hayatlarını bulmuşlardır. Halk müziği ile Sanat müziği arasında çok sesli protest tarzda bir Türk Müziğidir. Amerika' da doğan Rock müziği nasıl onlara göre protest müzik ise Arabesk müzik ise Türkiye' de gelişen çok sesli protest bir olmuştur. Eserlerdeki konular çoğu zaman değişik olsada çıkış kaynağı olarak bir benzerlik kurabiliriz.
Altmışlı yılların sonunda Orhan Gencebay, Nuri Sesigüzel ile başlayan arabesk müzik Ferdi Tayfur, Muslüm Gürses İbrahim Tatlıses ile tüm yurtta en çok dinlenen müzik olmuştur. Yetmiş yıllar Arabeskin yayılma yılları olarak değerlendirirsek, 80' li yılların başlarında ise Arabesk Müziğin en dorukta olduğu zamanlardır. Bir çok pop, rock ve sanat müziği sanatçıları piyasa koşullarına uymak için ya tam arabesk kaset yapmışlar yada üç beş arabesk şarkı albümlerine ilave etmişlerdir. 80' li yılların sonu ve 90' lı yılların başlarında Arabesk müziğe ilgi azalırken pop müziği patlama yapmıştır. Yine de arabesk Müziği kadar dinleyeci kitlesine ulaşamamıştır.
Daha önce değindiğimiz gibi 90' lı yılların sonlarında özel tv ve radyoların iyice çoğalması ile yasaklı arabesk müzik kendini geliştirebilen ve sesini daha çok alana ulaştırabilen müzik olmuştur. Bu arada eskisi gibi protest etkisi azalmıştır. Artık kendi arasında türdeşleri çıkmıştır. Soft arabesk ( taverna ve pop karışımı ). Şarkılardaki konular toplumsal mesajlardan ve bireyin başkaldırışlarından farklı konular almaya başlamıştır. Tabiri caiz ise Damar şarkılar azalmıştır. Evrimleşen ve gelişen arabesk müzik bu günümüze gelmiştir. Kasetleri en çok satan, konserleri en çok kalabalık olan ve halka en yakın olan müzik olarak Türkiye' nin Müzik Literatüerinde yarini sağlamlaştırmıştır. Öcü edebiyatı yapanlar, sık sık eleştirenler artık arabesk Müziği kabullenmişlerdir.


ARABESK PASAPORT

Adı : Arabesk
Soyadı : Türk Müziği
Lakapları : Gecekondu ve Varoş müziği, Dolmuş müziği, Acılı müzik, İsyankar Müzik, Bunalım Müzik, Damar
Doğum Tarihi : 1960' lı yılların başı
Anne Adı : Türkiye
Baba Adı : Türk Halkı
Tabiyeti : Türkiye
Kurucuları :Orhan Gencebay, Nuri Sesigüzel
BABALAR : Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Muslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Hüseyin Altın, Cengiz Kurtoğlu,

UNUTULMAYANLAR : Nuri Sesigüzel, Esengül, Biricik, Gökhan Güney, Selami Şahin, Hakkı Bulut, Çoşkun Sabah, Arif Susam, Kahtalı, Cavit Karabey...

KRALİÇELER : Bergen, Kibariye, Tüdanya, Ebru Gündeş, Mine Koşan, Neşe ve Gülden Karaböcek, Güllü, Ebru Yaşar, Bülent Ersoy, Ceylan...
GELECEĞİN BABALAR : İbrahim Erkal, Mahsun Kırmızıgül, Hakan Taşıyan, Alişan, Emrah Güçlü - Derviş Soydemir,Ömer Danış, Ümit Yaşar, Azer Bülbül, ...
ARABESK TERMİNOLOJİSİ

Baba : En çok sevilen, Delikanlı ve ağırbaşlı, yardımsever, reklamı sevmeyen arabesk sanatçısı
Damar : En acılı sözlerin ve müziğin bulunduğu arabesk şarkı. Dinledikçe kişiyi kendinden geçiren şarkılar.
Kader ve çile : Önüne geçilmesinin çok zor olduğu, kabullenmenin ise olmadığı mücadele kaynağı
Fantezi : Soft arabesk. Gerek konuları gerekse meledoleri daha yumuşak arabesk şarkılar.
Zalimler : Kader, Ağa, Parasızlık, Zengin kız babası, kızını vermeyen baba, Töre, Aldatanlar, mahpusluk
Mapushane : Çilenin olgunlaştığı, saçları ağartılan yer, kader oyunu
Akşamlar : Hasretlik,
Geceler : Hasretlik, İsyan, Yalnızlık, Kirlenme
Sabah : Hiç Olmaz
Ölüm : Sevgili uğruna, İsyanın sonu, çözümsüzlük
Aşk : En yoğun yaşanan duygular, Kavuşamama, hasretlik, Acı kaynağı
İsyan : Haksızlığa, Aldatılmışlığa, Zalimlere
Jilet : Olmaması gerekir.
Efkar : Onsuz akşamlar olmaz

ROCK







Rock N' Roll, (Okunuşu: Rock and Roll) genellikle
vokal,
elektro gitar,
bateri ve
bas gitarın yanında tercihen başka enstrümanlar da kullanan popüler bir müzik türüdür. Kökeni
ABD'li zenci kölelerin halk müziği olan
Blues'a dayanır. Bu müzik türü
ABD'de önce
Rock and Roll'ın oluşmasına yol açmış, sonra bu müzik türü
Büyük Britanya'da da popüler hale gelerek ve değişime uğrayarak
Rock müziğini oluşturmuştur. Diğer müzik türlerinin aksine,
Rock müziği sosyal bir etki bırakmayı hedefler; verdiği barış ve hoşgörü mesajları ile savaşların bitmesine bile katkıda bulunabileceği görüşünün yanında ahlaki bozulmaya neden olabildiği görüşü de mevcuttur. İlk olarak
ABD'de doğup dünya çapında yayılmış ve zamanla kendi için şekillenerek değişik stillerle genişlemiştir.


Rock geniş bir anlama sahip, keskin sınırları olmayan bir tarzdır. Bazen rock kelimesi
Soul ve
Heavy Metal gibi birbirine uzak tarzları da ifade eden geniş bir kategori olarak kullanılırken
Rock and Roll ise
Rock'ın ilk yılları olan 1950 ve 1960'larda yaygın olan tarzı tanımlamak için kullanılır.


Anadolu Rock


İkinci Dünya Savaşı yıllarında dünyaya gelmiş 68 kuşağı müzisyenleri, 60'lı ve 70'li yıllarda en ünlüleri İngiltere ve Amerika'dan çıkmak üzere müzik piyasasını kasıp kavururken, Türkiye de gelişen bu akımlardan nasibini alıyordu. Yurtdışında ilk dönemlerde Beatles, daha sonraları Rolling Stones, Led Zeppelin, Yes, King Crimson, Pink Floyd ve bu listenin uzayıp gidebileceği daha bir dolu gruplar Rock müziğinin en başta giden temsilcilerinden olmuşlardır.

Bu grupların patlamasından sonra '67-'68 yıllarında, Türkiye'de de başta Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço ve Moğollar olmak üzere birçok grup ve müzisyen kendilerini yurt çapında üne kavuşturacak ilk 45'liklerini çıkarmışlardı ve Moğollar'ın ilk dönem klavyecisi Murat Ses'in öncülük ettiği bir akım olan Anadolu Pop'un temelleri de yine aynı senelerde böylece atılmış oluyordu.

Bu müzisyenler yurtdışındaki akımları oldukça yakından takip ediyorlardı ve farkında oldukları bir şey vardı ki bu da kendi ülkelerinin müziğinin aslında çok köklü bir geçmişe sahip olduğu ve de en önemlisi altmışlı yılların ikinci yarısında temelleri Amerika Birleşik Devletleri'nde atılmış olan psychedelic rock akımının aslında kendi ülkelerinin müziğinin özünde bulunduğuydu. Batının '68 kuşağı hippileri de doğu mistisizmine bol miktarda meraklıydı ve bu konuda bolca araştırma yapıyorlardı. Türkiye'de yaşayan müzisyenler ise zaten bu olayın içinde doğup büyümüş oldukları için bu onlar için çok büyük bir avantajdı ve bunu çok iyi değerlendirmesini bilip hem batıdaki dünyayı sallamış grupların çalışmalarından, hem de kendi ülkelerinin yerel müziğinden yararlanarak çok sağlam doğu batı sentezleri ortaya çıkarmasını bildiler.


Rock müziğinin dünyada ki dinlenme potansiyeli sonucu Türkiye'de de bazı müzik grupları rock müziğini çalmaya başladılar. Anadolu Rock terimi tamamen uydurma bir terim olup aslında söylenmek istenen; Rock müziğinin Türkiye'ye, Anadolu'yu ve onun ezgilerini kullanarak benimsetilmeye çalışıldığıdır. Anadolu rock bir müzik türü değildir. Böyle bir terim yoktur. Böyle bir terim geçtiğimiz 10 yıl içerisinde, beste sıkıntısına düşmüş, müziğini elektronik müzik ve diğer müzik türlerinin tehditi altında gören müzisyenler tarafından yaratılmaya çalışılmaktadır.


Literatürde müzik türü olarak geçmemektedir.


Literatürde geçen rock müzik türleri ;

Adult alternative pop\rock
Boogie Rock

British invasion

Comedy rock

Experimental Rock

Glam Rock

Hard Rock \ Metal

Instrumental Rock

Jam Rock

Pop Rock

Progressive Rock \ Art Rock

Psychedelick Rock \ Garage

Rock ' n ' Roll

Soft Rock

Southern Rock



Türkiye'de ki Anadolu Rock müzik Temsilcileri


Cem Karaca
Erkin Koray
Barış Manço
Ersen
Moğollar
Murat Ses
Üç Hürel
Kıraç
Haluk Levent
Aşka Özlem
Yırtık Uçurtma
Haramiler
Mavi Işıklar

KARIŞIK POP









Pop Müzik Türkiye Tarihi
Pop müzik adından da anlaşılacağı gibi gündemde olan, çok ilgi çeken, eğlence amaçlı ve herkes tarafından bilinen yani popüler olan müzik demektir.Pop müzik, çok sayıda türe ayrılmıştır fakat bu türler kendi içinde kalmışlar ve çoğu ilgi görmemiştir.(Pop Jazz, Electrified, Rap.)
Pop müziğin belirgin özellikleri ezgilerindeki sadelik ve süslemelerdir.Ezgi yalın olduğu sürece akılda daha fazla kalacak, herkes tarafından mırıldanılacak ve buna bağlı olarak gündemde olacaktır.
Ezgi bir de ritim açısından zengin ise, o zaman söz ve ezginin değeri yarı yarıya azalacak ve eser, dans edilmek için hazırlanmış bir şarkı olarak kullanılacaktır Pop müziği klasik müzikle karşılaştırma yaparken Fazıl Say şunları söylüyor
Pop müzik satış için yapılır, klasik müzikse soylu duygular için
Fazıl Say burada aslında müzikleri karşılaştırmak istemiyor.İçinde göndermelerde bulunduğu kesin ama asıl vurgulamak istediği pop müziğin ticari amaçla yapılmış olduğudur.
Pop müzik eserlerinde belirgin bir benzerlik söz konusudur.Yani bir eser başka bir esere neredeyse tıpatıp benzeyebilir.Sözleri farklı olduğu için müzik eğitimi almamış birinin bu benzerliği fark edebilmesi oldukça zordur.Aynı kalıbın üstüne, farklı sözlerin yazılması ve dinleyiciye sunulması şarkı bestelemenin kolay bir yoludur.Bu yolla köşeyi dönmüş çok fazla şarkıcı vardır ne yazık ki.Şarkıların çalıntı olduğu iddialarının gündemde olduğu bu dönemden sonra, sözlerinin çalıntı olduğu iddia edilecek şarkıların duyulduğu dönemlerde gelecektir.Şu anda da, söz yazma işinde çalıntı yapmayan şarkı sözü yazarlarının da yazdığı sözler pek hoş değildir."Kırıcan mı Belimi Şakşuka Şakşuka Şaka da Şuka gibi
Pop müzik eserleri, konserler için daha uygundur.Özellikle büyük topluluklar önünde verilen bu konserlerde sahne performansı çok önemlidir.Konsere eğlenme amacıyla gelen insanlar, dinlediği müziğin yanında belirli figürlerle dansta izlemek ister.Bu yüzden bir pop müzik şarkıcısının dış görünümü de söylediği şarkı kadar önemlidir.
Pop müziği ülkemizde yıllardır başarıyla yapan kişiler de vardır.(Sezen Aksu, Fatih Erkoç, Sertab Erener)Sezen Aksu ve Fatih Erkoç'un, uzun zamandır tam anlamıyla ortalarda görünmediğini ve Sertab Erener'in de dünyaya açıldığını düşünürsek ülkemizdeki pop müzik, Ayşe Hatun Önal, Tarık Mengüç gibi şarkıcılara emanet edildi diyebiliriz.
1900'lü yılların güncel popüler müzik tarihini özetle şöyle açıklayabiliriz
1920-1930-1940'lı Yıllar
•30'lu yıllara operetler dönemi denmektedir.
•Taş plak dönemi bu yılları kapsar.
•Gramofon, en gözde alettir.
•Operetler ve tango, ülkemize giren ilk popüler batı müzikleridir.
•1920'li yıllar, cazın ülkemize girdiği yıllardır 1950'li Yıllar
•Türkiye'de cazın dışındaki batı müziği türlerinin tanındığı yıllardır.
•Batıdaki pop müzik, gençlerimizi etkisi Altına almaya başlamıştır.
•1955'te bir Rock'n Roll orkestrası kurulur.
•1958 yılında Kuyruklu Yıldızlar, dönemin en popüler grubudur.
•Bu dönemde söylenen şarkılar, orijinaline ne kadar yakınsa o kadar fazla ilgi görür 1960’lı Yıllar
•Gençliğin özgür olmak istediği Hippi akımının gözde olduğu yıllardır.
•60’lı yıllarda pop müzik çalışmaları Avrupa’da olduğu gibi hız kazanır.
•Çok sayıda pop orkestrası kurulur.
•Bu dönemde çeşitli şarkı yarışmaları düzenlenmiştir.Ayrıca Türkiye, bu dönemde Atina Şarkı Yarışmasına katılıp 4.oldu.
•Orhan Gencebay, ilk 45’lik plağını çıkarttı.
•Yerli melodilerin batı sazlarıyla yeniden yorumlanması bu dönemde hız kazanır.
•1965 yılında Hürriyet gazetesince düzenlenen Altın mikrofon şarkı yarışmasıdır.Bu yarışmanın amacı pop müziği geliştirmek ve yeni gruplara şans vermekti. 1970’li Yıllar
•Pop müziğin gerçekten popüler olduğu yıllardır.
•Siyasi hareketler, müziği de etkiler.Bunun sonucunda şarkı sözlerinde sloganlar duyulmaya başlanır.
•Kaset devrinin başlangıcı bu yıllardır.
•Siyah beyaz televizyonlarda TRT, halka hangi müziği verirse halkta onu alırdı.Başka seçenek yoktu.
•Eurovision Şarkı Yarışmasına ilk kez katıldık.Sonuncu olduk(!)
•Şarkıcı ve söz yazarlarında belirgin artış görüldü. 1980’li Yıllar
•12 Eylül dönemi başladı.
•Tabi ki Türkiye’deki sanat kesintiye uğradı.
•Arabesk müzik hızla yayılmaya devam etti.
•Kasetçalar ve walkmanlerin çıkması kasete olan gereksinimi arttırdı.
•Korsan kasetçilik sorun olmaya başladı.
•Orgla müzik yapanlar, patronlarına daha az maliyet çıkardıklarından, çalgı topluluklarından daha fazla iş bulmaya başladı.
•Operetler yerini müzikallere bırakmıştır.
1990’lı Yıllar
•Ses güzelliği ve diksiyonun aranmadığı yıllardır.
•Uluslararası sanat müziği eğitimi almış sanatçıların caz yaptıkları görülür.(Örn.Aydın Esen)
•Nostalji denen akım beğeni toplamaya başladı.
90’larda Türkçe Pop 90’lı yıllarda Türk Pop Müziği, hep tartşılagelen bir konu olmuştur. Bu yıllarda pop müziğinin gelişimini anlamak için 60’lı yıllara, pop müziğinin ilk filizlendiği yıllara uzanmak gerekir. O zamanlarda pop diye tabir edilen bir müzik yoktu. Her şey yabancı parçalara Türkçe sözler yazılmasıyla başladı. O zamanlar bu müziğe Türkçe Sözlü Hafif Müzik, ya da Aranjman Müzik deniliyordu. Söz. yazarlarına büyük görevler düşüyor, Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu gibi birçok söz yazarı, yabancı bestelere Türkçe sözler yazıyorlardı.
Bu müzik o yıllar hafife alındığından olacak ki TRT “hafif müzik diye bir tanım getiriyordu. Erol Büyükburç, süphesiz Türk Hafif Müziğinin ilk sanatçısıdır. İlginç sahne kostümleriyle de akıllarda yer etmiştir. Onu Ajda Pekkan izlemiş ve böylece bu müziği icra eden birçok sanatçı ortaya çıkmıştır. 70’li yıllarda ortaya çıkan Anadolu Pop ya da Anadolu Rock müzik, TRT’ye inatla tüm Türkiye’yi kasıp kavurmuştur. Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, 3 Hürel, Erkin Koray ve Edip Akbayram bu akımın belli başlı sanatçılarıdır.
Bunlara Halk Müziğine odaklanmanları yüzünden “Kent Ozanları denmektedir. 90’lı yıllarda bu akıma özenerek birçok sanatçı boy gösterecektir. 80’li yıllar ise gerek pop müzik açısından, gerek diğer müzik türleri açınsından en kötü yıllar olarak kabul edilebilir. Eğer 70’leri plak, 90’ları da CD ile özdeşleştirirsek, 80’lere kaset canavarı yıllar diyebiliriz. 12 Eylül’ün baskısıyla başlayan dönemde müzik türleri de bir çıkmaza sürüklendi. Anadolu Pop ve Anadolu Rock furyasından Arabesk dalgasından geçiş sözkonusuydu. Kanımca Orhan Gencebay, bu iki müzik türü arasında bir geçiş formu teşkil ediyor. Kendisi hiç bir zaman arabesk yaptığını iddia etmedi. Kendi müzik tarzını oluşturmaya çalıştı.
Sponsorlu bağlantılar


Hatta bazı şarkılarındaki Gitar soloları Anadolu Rocktan izler taşıyordu. Ancak kendisi de farkında olmadan Arabeskin temelini attı ve arabeskin Orhan Babası oldu. Orhan Gencebay ile birlikte Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Müslüm Gürses 80’lerde arabeskin dört büyük üstadı oldular. Hepsi de ayrı ses renkleriyle farklı acılara hitab ettiler, bir bütünü tamamladılar. 80’li yıllar Arabeskin Altın yıllarıydı. Arabeskin yanısıra 1978 yılında Ferdi Özbeğen’in temelini attığı taverna kültürü, fantezi müziğini oluşturdu. Piyanist şantör ekolü doğdu. İnsanlar arabesk ile kederlenirken fantezi ile şenlendi. Oryantal kültür, bu iki müzik ile damarlara aşılandı. Bu hakimiyet, ister istemez diğer müzik türlerini etkisi altına aldı. Pop müzik de bu oluşumdan nasibini aldı.
Nilüfer, İbo klasiği Mavi Mavi’yi yorumladı. 70’lerde Janis Joplin’e olan hatranlığını dile getiren Zerrin Özer, bu yıllarda aynı şeyleri Orhan Gencebay ve Hakkı Bulut için söyledi. Ajda Pekkan için “pek bulaşmadı” denilse bile o “Aman petrol canım petrol” dedi. Video klibinde Topkapı Sarayının damında dans eden kızlar ve bir Mercedesi çeken öküz, eurovizyon jürisinin şaşkın bakışlarına neden oldu ve böylece ortaya komik bir manzara çıktı.
Bazılarına göre Sezen Aksu Sen Ağlama, Git gibi şarkılarla Türk makamları ile arabesk dalgasına cevap verdi, bazılarına göre bu şarkılar, onun arabeskten etkilendiğin göstergesiydi. 80’lerdeki müziğin kalitesizliğinin en bariz kanıtı, Opera adlı eurovizyon şarkısının sonradan en kötü eurovizyon şarkısı seçilmesidir. Bu yıllarda başlayan elektronikleşme, aranjör ve stüdyo müzisyenlerinin doğmasına neden oldu. 90’larda pop müziğinin teknik kadrosu: Garo Mafyan Onno Tunç, Atilla Özdemiroğlu gibi isimler yetişti.
Türk Sanat Müziği yeterli dinleyici kitlesine ulaşamıyor arayışlar içine giriyordu. Bas gitar ve Davul gibi enstrümanlar TSM şarkılarında duyulmaya başladı. Televizyonun yaygınlaşması sonucu konserler olan ilgi giderek azaldı. Sallantılarla geçen 80’li yıllardan sonra 90’lı yıllar geldi. Türk Hafif Müziği, yeni adıyla Türk Pop Müziği bir patlama yaşadı. TRT yıllardır bu müziğin yaygınlaşmasına mani oluyordu. Sadece yılbaşı gecelerinde ve özel programlarda Televizyona çıkan hafif müzik sanatçıları şanslı sayılıyordu.
Televizyon ve radyodaki bu tekelcilik, özel Televizyon ve Radyoların kurulmasıyla ortadan kalktı. Büyük bir engel yıkılmıştı adeta. Pop müzik rahat ve özgür bir ortamda icra ediliyor, geniş kitlelere ulaştırılıyordu. TRT’nin “hafife” aldığı bu müzik, popüler kültürün en temel taşı olarak yapılanıyor, bir çığ gibi büyüyordu. İlk tetiği Sezen Aksu çekti. “Hadi bakalım kolay gelsin, bir acayip zor yarış” diyerekten diğer popçulara mesaj veriyordu sanki. İlk defa bir hızlı (tekno) ritim, yerli bir şarkıda kullanılıyordu. Bunu bir sürü yenilik takip edecekti.
Ardından komik dans figürleriyle Yonca Evcimik “Aboneyim” diyerek bu çağrıya cevap verdi. Teknoloji, olabildiğince kullanılıyordu. Ritim programlayıcılar, sentetik sesler, voice-boxlar ve daha birçok Elektronik alet. İlk yıllarda kasıtlı olarak bir batıya yönelme oldu. Sonrasında Türk popu bir arayışa girdi. Tam olarak tanımlanamadığı için her türlü deneme yapılıyordu. Bir sonraki aşamada Akdeniz’den, balkanlar’dan, Anadolu’dan ve Arabistan’dan ezgiler harmanlanarak yorumlanmaya başlandı. Aynı zamanda uçlara da yönelmeler oldu. Kartel, bizi Hip-Hop ile tanıştırırken Tuğçe San Tekno yaptı. Can Kat ise Bırak çek git” diyerek bir Rythim and Blues denemesi yaptı.
Ne var ki böyle çalışmalar pek tutulmadı. Daha önce bahsedilen harmanlama ürünü eserler daha çok tutuldu. Önemli bir şarkıya klip çekmek bir zorunluluk oldu. Klipler şarkının tanıtımı açısından en önemli rolü oynadılar. Şarkı, klibi ile bütünleşmiş olarak algılandığı için klip çekimlerinde daha çok özen gösterilmeye başlandı. Bir klip endüstrisi ortaya çıktı. Yeşilçam’ın bazı emekli yönetmenleri bu sektöre kaydılar.
Bu kadar klip ve Radyo yayını, albüm satışlarının düşmesine neden oldu. Korsan kasetçilik ve telif hakları sorunları gündeme geldi. Tarkan 90’ların pop ilahı oldu. Mavi gözleri ile kızları her zaman büyüledi. Şarkılarında “Kıl oldum abi Hepsi senin mi Ölürüm sana hişt zilli” gibi bol argo bulunmasına rağmen şarkıları çok sevildi. Bir Canlı yayında boş bulunup “çişim geldi” diyerek karizmayı bir süreliğine bozmasına rağmen her zaman Türk Popunun 90’lardaki lideri oldu. Başarısını yurt dışında da kanıtladı. Tarkan gibi şarkılarında ilginç sözler bulunan şarkıcılara Anakaralı Turgut, kendi üslubuyla Ankara Havasıyla cevap verdi. Pop o kadar cazip hale gelmişti ki eskiler, tekrar gündeme gelmek için çareyi popta armaya başladılar.2000’li Yıllar
Sanat festivallerinin çoğaldığı yıllardır.Ekonomik kriz, festivalleri etkilemiştir.
•Caz konserlerinde artış görülür.
•Türk Pop'u yeniden hareketlenmeye başladı.
•Şakşuka Kırıcan mı Belimi Senin Ağzını Yerim Ben gibi acayip şarkılar yapıldı.
•İnsanlar, müziği bir dans ve eğlence aracı olarak paketleyip bir kenara attıktan sonra, televizyonlarında “Gelinim Olur Musun”, “Biz Evleniyoruz”, "Gel Yeniden" gibi programlara kafalarını yormaya başladı.
Türk Pop unun Doğuşu
Kulağa yönelik olmaktan uzak, daha çok eğlencelik müziği bütün dünya sayısız örneklerle bağrına bastı. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri müzik popülerliğini korudu. Şehirliler için en popüler tercih şarkıydı. Bu sırada müzik tarihi baştan alınırsa çok ilginç gelişmeler oluyordu. 1948’de politik nedenlerin etkisiyle yasaklanan Arap filmlerinden geri kalan 150 tanesi (çoğunlukla Mısır) Türkiye genelinde sinemalarda gösteriliyordu.
Bu filmler ve müzikleri çok çok meşhurdu ve 1938’de Arap şarkı sözlerini yasaklayan otoriteleri kaygılandırdı. Bu yeni bir aşamayı tetikledi. Bütün şarkılar Türk şarkıcılar tarafından ana temeları hissedilecek biçimde yeniden düzenlendi. Bu en azından devlet politikaları yüzünden işsiz kalmış birçok Türk sanat müziği sanatçılarına çalışma olanağı doğurdu.
Dönemin önde gelem müzisyeleri Saadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk ve Vecdi Bingöl.
50’lilerde Kaynak Türk Sanat Müziği’nde özgün olarak adlandırılan tarzı aldı, 30’lu 40’lı yılların Arap filmleri müziklerinden etkilenmiş, Türk Sanat Müziği içinde ‘fantazi’ olarak adlandırılan tarzda yenıden şekillendirdi. Münir Nurettin Selçuk ve Vecdi Bingöl birlikteliği bir çok popüler fantazi şarkılar doğurd, daha önemlisi sıradan Türk dinleyicisinin müzik zevkinde büyük değişikliklere yol açtı. Şehir merkeslerınde yaşayan yetenekli Osmanlı mirası takipçisi müzisyenler çalışmalarını devletin kültürel politikaları sonucu popülerleştirmeye zorlandılar. Bu tarz Doğu-Batı sentezi yapmaya çalışan cumhuriyetin müzik alanında en büyük engeli olacaktı.
Kaynak’ın öncülüğünü yaptığı ‘özgün’ yaklaşımı Türk Sanat Müziğinde yaygın tarz oldu. Müzeyyan Senar, Zeki müren ve diğerleri sayesinde tamamen köklü bir hal aldı. 50’lerde Türkiye NATO’ya girilmesi, Marshall yardımının gelmesiyle daha çok batılılaştı. Hollywood filmleri gösterilmeye başlandı ve sosyal değişim rüzgarları sonucu köyden şehire başlayan göç Türk Sanat Müziğine yeni dinleyiciler getirdi. Köylü geçmişleriyle elit olmayan dinleyiciler şehir düzenindeki gazino kültürünü çoktan almaya hevesliydiler. Bütün bunlar olurken, Türk sineması kendi dramatik geleneğini geliştiriyordu Anadolu’da gösterilen filmlerle ‘özgün’ kentlere kasabalara yayılıyordu.
Batılılaşma süreci şehirli dinleyicilere 60’lı yıllarda yeni popüler müzik seçenekleri verdi. Popüler Avrupa ve Amerika şarkılarının Türkçe sözlerle söylenmesi düzenlenmiş müziği yükselişe geçirdi ve TRT tarafından kuvvetle desteklendi.
Aynı zamanlarda başka bir tarz şehir merkezlerinde kendini göstermeye başladı; Politik görüşü olan kişiler tarafından icra edilen, Türk film müzikleriyle batı müziğinin sentezi olacak şekilde biçimlendirilmiş Anadolu pop’u. Anadolu pop’uyla düzenlenmiş müziğin arasındaki tek ortak yön elektronik enstürmanların kullanılmış olması ve çok sesliliktir. Genel olarak Batı müziği ensturmanları ve kısmi olarak elektronik enstürmanların kazandırdığı ses Orhan Gencebay’ın ve onu takip eden Arabesk şarkıcıların ve bestecilerin ilgisini çekti.
Arabesk çok hızlı bir şekilde gazino kültüründe yerini buldu. Arabesk, diğer deyişle ilk doğal Doğu-Batı sentezi ürünü Türk sanat müzisyenlerinin çabaları ve hünerleriyle ulaşmış oldu. Arabesk kelimesi yüksek kesim entellektüellerin bakış Açıları sonucu ortaya çıkarttıkları bir kelimedir.